Güzel Bir Hafta Sonu Dileriz

Kısa Kısa'da yeni bir Hikaye

Yolunacak Kaz?..

Sağlıcakla Kalın

×

Loading...
LÜTFEN KULAK VERİN "COVİD" TEHLİKELİDİR

















SON YAZILAR :
Loading...


Anadolu Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anadolu Tarihi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Nisan 2022

V.Haçlı Seferi

Beşinci Haçlı Seferi, 1217–1221 yılları arasında Katolik kilisesine mensup Avrupalılar tarafından gerçekleştirilen haçlı seferidir. Avrupalılar, Mısır'daki Eyyubiler'i yenerek Kudüs ve diğer kutsal toprakları ele geçirmek istemişlerdir ancak amaçlarına ulaşamamışlardır.


Kutsal Şehir Kudüs'ün anahtarlarının Mısır'ın elinde olduğuna inanan Papa III. Innocentius 1213'te yeni bir Haçlı Seferi çağrısında bulundu. Bu çağrı 1215 Dördüncü Laterano Konsili'nde kabul edildi; bu Haçlı Seferi organizasyonu kendisinden sonraki Papa III. Honorius tarafından da devam ettirildi. İtalyanlar bu projeye karşı çekimser, Batılılarsa kararsızdı. Avrupa'dan önce Macaristan Kralı II. András ve Avusturya Arşidükü Habsburg'lu VI. Leopold sefere katılmaya karar verdiler. Daha sonra 1218'de Oliver Kölnlü komutasında bir Alman ordusu ve Hollanda Kontu I. William komutasında Hollandalı, Flandralı ve Frisyalı askerlerden oluşan bir ordu da sefere katıldı. Bu seferde Haçlı orduları denizden Doğu Akdeniz kıyılarında, Haçlı devletlerin bulunduğu Filistin ve Suriye'ye; özellikle Kudüs Krallığı'nın başkenti olan Akka'ya yöneldiler. Macar ordusu Eyyubilerle yaptığı tek bir muharebeden sonra ülkesine geri dondü. Diğer Haçlı orduları birlikte 1217-1220'de Kudüs Kralı John de Brienne komutasında Nil Nehri deltasına doğru bir sefere çıktı. Bunu eski Kudüs krallığını ihya etmek için bir koz olarak kullanmak istedi. Mısır'a hucum eden Haçlı ordusu Dimyat kalesi 1219'da düşünce Temmuz 1221'de Haçlılar Kahire üzerine yürümeye başladılar. Fakat yeterli tedarik sağlayamadığı ve Nil Nehri suları yükselmesi ile Haçlı ordusu Dimyat'a geri dönmek kararı verdiler ve bu dönüș Haçlılar için bir felaket oldu. Fakat Eyyubiler öncülerinin Nil Nehri kenar duvarlarını yıktıkları için ada şeklini alan bir yüksek arazide mahsur kaldılar. Eyyübiler Sultanı Kamil bin Adil bir gece hücumu ile suyu geçip Dimyat'a geri dönmek isteyen Haçlı ordusuna büyük zayiat verdi. Açlık tehlikesi geçiren bu ordu teslim olmak zorunda kaldı. Dimyat kalesinde kalan Haçlıların da Eyyubiler tarafından etrafı sarılmıştı. 1221'de yapılan bir antlaşma ile Haçlılar Dimyat'ı da kurtuluş fidyesi olarak Eyyubilere iade ettiler ve Eyyubilere teslim olan Haçlılar ordusu askerleri serbest bırakıldılar. Eyyubiler Sultanı Kamil bin Adil Avrupalı haçlılarla 8 yıl süreli bir barış antlaşması yapmayı kabul etti.

Hazırlıklar

Selahaddin Eyyubi 1187'de Hristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs şehrini tekrar eline geçirmişti ve bundan sonra Avrupalı katolik Hristiyanlar bu şehri tekrar kendi ellerine geçirmek için Haçlı Seferleri organize etmişlerdi. 1189-1192 döneminde yapılan Üçüncü Haçlı Seferi Filistin kıyılarını Hristiyan ellerine geçirmekle beraber Kudüs'ü Hristiyanlar eline geçirmeyi başaramamıştı. 1202'de başlayan Dördüncü Haçlı Seferi ise çeşitli Venedikli enterikaları nedeniyle Konstantinopolis'e yönelmiş; bu büyük şehrin kuşatılıp Katolik Hristiyanlar eline geçmesine; talan edilmesine neden olmuş ve bu şehirde yeni bir Romanya Latin İmparatorluğu kurulmasına yol açmıştı.

Papa III. Innocentius 1208'den beri yeni bir Haçlı seferi planlamakta ve bu seferle Eyyubileri yenip ortadan kaldırarak kutsal şehir Kudüs'ü tekrar eline geçirmek istemekteydi. Nisan 1213'te III. Innocentius Qui maior adını verdiği bir Papalık Fermanı çıkartarak bütün Hristiyanlara hitapla onları yeni bir haçlı seferine katılmaya çağırdı. 1215'te bunu "Ad Liberandum" adı verilen yeni bir Papalık Fermanı takip etti.

Papa III. Innocentius bu Haçlı seferinin çok sıkıca Papalık kontrolü altında olmasını planlamaktaydı. Haçlı Seferi'ni idare edecek olan kişinin yüksek Katolik Kilisesi idareci kadrosundan bir Papalık Temsilcisi olması öngörülmüştü. Bu görev için en uygun kişinin de Papa'nın baş danışmanı, kilise hukuku uzmanı ve Albano Kardinalı olan Pelagio Galvanı uygun görülmüştü. Bu kişi Latin'ler elinde bulunan Konstantinopolis'e papalık diplomatik görevi ile 1213'te gönderildiği zaman Ortodoks kiliselrini kapatmak ve Ortodoks papazlarını tutuklamakla uğraşmış ve bu nedenle Latin İmparatorluğu hükümdarı olan Konstantinopolisli Henri tarafından bu acayip bağnaz hükümleri değiştirilip Pelagio Galvanı'nın Roma'ya geri dönmesini sağlanmıştı.

Papanın yeni Haçlı seferini sıkıca kontrolü nedeniyle önceki Dördüncü Haçlı Seferi'nde olduğu gibi Haçlı ordularının katolik olmayan Hristiyanlar aleyhine dönüp Hristiyan ülkeleri yıkıp yakmalarının ve talan etmelerinin önleyebilecğini sanmaktaydı. Papa bu yeni Haçlı seferinin 1216'da Haçlı ordularının İtalya'nın Brindisi limanında toplanmalarını ve buradan Filistin'e gitmelerini planlamıştı. Öngörülen büyük Haçlı ordusunu Filistin'e ulaştırmak için de, Papa Hristiyan sahipli ticaret gemilerinin doğu Akdeniz ve kuzey Afrika'da bulunan Müslüman devletlerle ticarette bulunmalarını yasakladı. Bu surette bu ticareti yapamayan gemi sahiplerinin ticaret gemilerini Hristiyan Haçlı ordularını, atlarını ve silahlarını Filistin sahilerine taşımaya zorlayacağını düşünmekteydi. Bu Haçlı Seferine destek veren herkese onların dünyada yaşarken günahlarının af edildiğini bildiren bir endüljans belgesi verilemesi öngörülmüştü. Bu endüljans belgesi verilmesi sadece Haçlı mücadelesi için gemiyle Kutsal Ülkeye gitmek için değil de, şahsen sefere gitmeyip herhangi bir başka kişinin bu sefere gitmesini sağlamak için moral ve mali yardım desteği sağlayan kişilere de de verilmesi kabul edilmişti. Böylelikle daha önceki seferlerdeki gibi genellikle soylu kişilere hitap etmekle yetinilmeyip genel alelade kişilere de hitap etmek hedeflenmişti.

Fransa

Papa önemli ülkelerin merkezlerine kendi temsilcilerini gönderip bu yeni Haçlı seferi propagandası yapmaya başladı. Örneğin Fransa'da "Robert de Courcon" ülkeyi gezip vaazlar vererek yeni Haçlılar toplamaya başladı. Fakat önemli Avrupa hükümdarları ya kendi ülkelerindeki mühim iç sorunlarla uğraşmaktaydılar ya da birbirleriyle mücadele halinde idiler. Örneğin, Haçlı seferlerine katılmayı gelenek haline getirmiş olan Fransız şövalyeleri zaten 1209-1229 döneminde devam eden Albigeois Haçlı seferi'ne katılmışlardı ve bu sefere devam etmekteydiler. Fransa Krallığı ve İngiltere Krallığı Bovais Muharebesi'ne hazırlanmaktaydılar.

Dördüncü Laterano Konsili

Papa III. İnnocentius kendine destek veren Kudüs Latin Patriği Raou Merencourt, Tortosa Başpiskoposu Baudin, Maroni Patriği Jeremiah ile birlikte 11 Kasım 1216'de 12. ekümenik konsil olan Dördüncü Latareno konsili'e katıldı ve bu konsil açılışında yaptığı konuşmasında yeni haçlı seferi için yaptığı dinsel çağrıyı tekrarladı. Fakat III. Innocentus 16 Ocak 1216'da vefat etti. Yeni seçilen Papa III. Honorius da kendinin halefinin yeni haçlı seferi çağrısı politikasında devam etti. 71 patrik ve metropoliten kardinal, 412 piskopos, 900 kadar manastır başkesişi ve birkaç devlet hükümdarının temsilcilerinin katıldığı bu konsil toplantısı Kudüs'ü tekrar Hristiyanların eline geçirmek için bir Haçlı Seferi düzenlenmesi için papalık kararını teyid etti.

Macaristan ve Almanya

Oliver Kölnlü papa tarafından Almanya'da Haçlı ordusuna katılma için vaazlar vermişti. 1215'te Kutsal Roma İmparatoru II. Friedrich bir Alman Haçlı ordusu başında bu yeni Haçlı Seferi'ne katılmak istediğini belirtti. Fakat III. İnnocentius onun bir haçlı ordusu kurup komuta etmesini istememekte idi; çünkü Sicilya'da doğup büyümüş ve gayet geniş bir eğitim ve kültür almış olan II. Friedrich'in koyu Katolik düşünce ve tutumlara, İtalya'da Papalık devletine ve papalık güçlerine karşı durmuştu (ve hayatının sonuna kadar karşı duracaktı). Ama 1216'da Papa III. İnnocentius öldü. Yerine papa seçilen III. Honorius daha sert davranıp II. Friedrich'in yeni Haçlı seferine katılmasına açıkça engel oldu.

III. Honorius onun yerine Avusturya Arşidükü VI. Leopold düzenli Haçlı ordusu ile Macaristan Kralı II. András'ın Macaristan'dan topladığı Haçlı ordusunun Filistin'e gitmesini kabul etti. Macaristan Kralı'nın komutanı olduğu Macar Kraliyet Haçlı ordusu o zamana kadar Haçlı Seferine katılan en büyük kraliyet ordusu olmuştur. Bu ordunu mevcudunda 20.000 kadar şövalye ağır süvari gücü ve 12.000 kadar kale muhafızlarından oluşan piyade gücü bulunmakta idi.

Askeri seferler

Filistin

Temmuz sonunda Papa Honarius 1217 yazında büyük bir gemi filosunun Sicilya limanlarından kalkarak Filistin'e gideceğine dair bir emir vermişti. Fakat Haçlıları Filistin'e taşıyacak gemiler ortalıkta yoktu. Bazı Fransız Haçlı birlikleri değişik İtalyan limanlarına gitmişti; ama kendilerini taşıyacak gemi bulamamışlardı. Macaristan Kralı Macar Haçlı ordusunu Dalmaçya kıyılarında bulunan Spalato limanına Ağustos 1217'de getirdi ve çok geçmeden bu limana Avusturya Arşidükü VI. Leopold Avusturyalı Haçlı ordusu ile geldi. Bu orduların çoğunluğunu Filistin'e taşıması beklenen Frisya gemileri ise Portekiz'e Temmuz'da ulaşmışlar; bir kısmı Lizbon'da kalmışlardı ve ancak Ekim'de Sicilya'da Gaeta'ya eriştiler. Ama kış mevsiminde Akdeniz'de seyrüsefer kesildiği için orada Filistin'e gitmek için gelecek baharı beklemek zorunda kaldılar. Eylül başında VI. Leopold küçük bir Venedik ticaret gemi filosu bularak nispeten küçük sayıda olan Avusturyalı Haçlı birliklerini Spalato'dan 16 günlük yolculuktan sonra Akka'ya getirdi. İki hafta sonra Eylül ortasında Macaristan Kralı II. András da bir küçük Venedikli ticaret gemisi filosu ile Macar Haçlı birliklerinin bir kısmını Ekim başında Akka'ya getirebildi. Bir kısım Macar Haçlı birlikleinde Spalato'da ilkbaharı beklemek zorunda kaldı. Kıbrıs Kralı I. Hugh'da adasından toplayabildiği askerler ile tam bu sırada Akka'ya vardı. Suriye'de hasat mevsimi bitmişti; hasat pek iyi değildi ve yeni gelen Haçlı ordularına ve atlarına buğday ve yem temini zorluğu çekildi. Kutsal Kudüs Krallığı başşehri olan Akka'da orada kendi ordularıyla bekleyen Kudüs Kralı Jean de Brienne ve Antakya Prensi olan IV. Boemondo buluştular.

Akka'da Ekim 1217'de yapılan bir harp meclisi toplantısında bu hükümdarlar hiç beklemeden Eyyubiler üzerine askeri kampanyayı başlatmaya karar verdiler. 3 Kasım günü Akka'dan büyük Haçlı ordusu ayrıldı ve "Esdralon" ovasında yürüyüşe geçti. Yaşı 70'i aşkın olan Eyyubiler Sultanı Adil Seyfeddin Haçlı seferinin başlayacağı haberini almış ve Mısır'dan Filistin'e gelmişti. Fakat yapılan gözlemler bu yeni Haçlı ordusunun Üçüncü Haçlı Seferi Haçlı ordularından çok daha büyük olduğunu açıkça ortaya çıkardı. Sultan Adil gayet büyük bir Haçlı ordusunun bu mevsimde bir sefere çıkacağını beklemiyordu. Eyyubiler güçleri sayı bakımından Haçlı ordusundan çok küçük kalmaktaydı. Bu nedenle Haçlı ordusu Beisan'a yönelince Aclos'a geri çekilip Haçlıları Şam'a yönelmesini durdurmak için tedbirler aldı. Bir grup Eyyubi ordusu birliklerini de oğlu ve Şam emiri olan Muaazam komutası altında Haçlıların Kudüs'e gidiş yolunu kesmek için gönderdi.[3] Sultan Adil bu büyük orduyla açık sahrada çarpışmanın rizikolu olduğuna karar vererek Eyyubiler ordusunun kaleler ve şehir surları arkasına çekilmesini emretti. Macar Haçlı ordusu, Baisan civarını talandan sonra, kaleler ve surlu şehirlerin duvarlı savunma mevkilerine karşı hiç etkisiz kalmaktaydı.


Güya Haçlı ordusu Kudüs Kralı Jean de Brienne komutasında bulunmakla beraber, Haçlı ordusunda birlik beraberlik ve komuta disiplini bulunmamaktaydı. Her değişik komutanın Haçlı ordusu değişik hareket etmekteydi. Genel olarak Haçlı ordusu Besian'a girdi ve orayı ve etrafı talan ettiler. Oradan, belirlenmiş bir hedef olmadan Şeria Nehri'e gidip nehri geçip Taberiye Gölü'nün doğu sahiline geçtiler; oradan "Telhum" (günümüzde İsrail de "Kefar Nahum") etrafından geçerek Celile'den Akka'ya geri geldiler.

Macaristan Kralı II. András bundan hoşlanmamıştı. Eyyubiler Sultanı Adil elinde bulunan "Cebel-i Tur (Tabor Dağı)" kalesine hücum etmeye karar verdi. Bu hücuma Kıbris Kralı ve Avusturya Arşidükü komutasınaki birlikleri katılmadılar; "Tapınak Söveleyeleri" ve "Hospetalier Şövalyeleri" birliklerini beklemeden 3 Aralık'ta Macar Haçlılar ordusu bu kaleye saldırdı. Bu kalenin bulunduğu büyük tepeye zaten mancınık gibi büyük kale kuşatma aletlerinin getirilmesi hemen hemen imkânsızdı. Bunun yanında Macar Haçlı ordusunun sahip olduğu kuşatma için kullanacak mancınık ve benzeri savaş aletleri daha deniz yoluyla Filistin'e ulaşmamıştı. 5 Aralık'ta Şövalyeler birlikleri geldiğinde Haçlılar tekrar bu kaleye tekrar saldırdılar. Ama hiç başarı elde edemeden 7 Aralık'ta Macar Haçlı ordusu bu kuşatmayı bıraktı ve Akka'ya çekildi.

Yeni yılın başında nispeten küçük bir Macar Haçlı birliği Krallarından izin almadan ve yerlilerin tavsiyelerini dinlemeden Bekaa Vadisi'ne hücum ettiler. Fakat Lübnan Dağları'nı geçerken bir kar fırtınasına tutulup kayboldular. Bazı Macar Haçlı birlikleri "Marj 'Ayun Kalesi" ve "Kalaat-il Sakıf (Beaufort) Kalesi"'ne hücum yaptılarsa da bunlardan hiçbir sonuç çıkartamadılar. Sayda kalesine hücum eden 500 kişilik bir Macar Haçlı ordusu birliğinden ancak 3 kişi geri dönebildi. Böylece, Cebel-i Tur (Tabor Tepesi) Kalesi, Lübnan'daki kaleler ve Sayda kalesine karşı hücumlardan sonra, Macar Haçlı ordusunun duvarlı savunma mevkilerine karşı hiç etkisiz olduğu anlaşıldı.

Tam bu sırada Kudüs'ü elinde bulunduran Eyyubiler, bu yeni Hristiyan Haçlı ordularına karşı duramayacaklarını anlamışlardı. Şehrin surları bakımsızdı ve tamir etmek için büyük yatırım ve gayret istemekteydi. Surları tamirle onları savunmanın Birinci Haçlı Seferi'nde olduğu gibi teslim olunursa Kudüs müslümanlarının büyük bir katliama hedef olmasının çok olası olduğunu da unutmamışlardı. Bu nedenle diğer bir strateji uygulamaya karar verildi. Şehrin kule, kale, sür ve savunma mevkilerini yıkmaya karar verdiler. Eğer Hristiyan Haçlı ordusu Kudüs'e saldırırsa karşılarında korunaklı kuleler, kaleler ve duvarlarda mavzilenmiş Müslüman güçleri bulamayacaklardı. Müslümanlar Kudüs'e bir Haçlı hücumu olduğunda surlar arkasında savunmamayı tercih etmekte idiler. Eğer Kudüs'ün surları yıkılıp korunamayacak bir hale getirilirlerse korunaklı mevziler bulunmadığı için, eğer Haçlılar şehre hücum ederlerse şehrin onlara bırakılması öngörülmüştü. Ek olarak şehrin tedarik yollarının kapatılması ve şehir etrafından insan ve hayvan tedarik, iaşe, yiyecek ve malzemelerinin toplamasının da imkânsız hale getirilmesi planlanmıştı. Sonra da Haçlılar şehri ellerine geçirirlerse bir Müslüman karşı hücumuna gayet açık olacakları için Kudüs'ü ellerinde tutma rizikosuna girmeyecekleri de düşünülmekteydi.

Yaptığı etkisiz muharebelerden sonra Macar Haçlı ordusu uzun müddet hiç etkisiz kaldı. Bundan dolayı Macaristan Kralı II. András zamanını Kutsal ülkede bulunan güya kutsal kalıntılar toplamakla geçirmeye başladı. Bu uğraşında bir sürü ne olduğu belirli olamayan "kutsal peygamberler veya azizlerden arta kalan parça veya eşya" topladı. Örneğin İncil'de ismi geçen Cana'daki yemekde kullanıldığı iddia edilen bir seramik su güğümü satın almıştı. En son olarak Macaristan koruyucu evliyası olan Evliya Stefan'ın kafatasını bulmuştu.

1218'in başında Macaristan kralı II. András birden çok hastalandı ve iyileşirse Macaristan'a dönmeye karar verdi. Gerçekten de iyileşti ve Macar Haçlı ordusu topladığı "güya kutsal" eşyalarla birlikte diğer Haçlı ordusu komutanlarının kalması için yalvarıp yakarmalarını hiç dinlemeden Filistin'den ayrıldı. Ordusunu Lübnan ve Suriye sahillerinden Trablusşam ve Antakya üzerinden Çukurova'ya yürüttü ve orada Selçuklu Sultanı'ndan aldığı serbest geçiş belgesi ile Anadolu'dan yürüyerek geçip Konstantinopolis'e vardı. Yine oradan yürüyüşle Balkanlardan Macaristan'a geçti. II. András'ın Haçlı Seferi, topladığı birçok ne olduğu belirsiz güya kutsal evliya parçaları ve eşyaları dışında, hiçbir sonuç doğurmamıştı.

Şubat 1218'de II. András ve Macar Haçlı ordusu Filistin'den ayrıldıktan sonra Antakya Prensi IV. Boemondo Antakya'ya ve Kıbrıs Kralı I. Hugh da Kıbrıs'a dönmek üzere Akka'an ayrıldılar.

27 Nisan 1218'de Frisya filosunun ilk yarısı Akka'ya ulaştı ve iki hafta sonra Lizbon'da kışın kalmış olan ikinci yarısı Akka'ya vardı. İtalya'da değişik limanlarda bulunan Fransız şövalyeleri de peyderpey Akka'ya geldiler. Akka'ya yeni bir Alman Haçlı ordusu başında "Oliver Kölnlü" ve Hollandalı, Flandaralı ve Frisyalı askerlerden oluşan karışık bir Haçlı ordusu başında Hollanda kontu I. William olarak bu Frisyalı gemiler filosu ile geldi.

Kudüs Kralı Jean de Brienne Kudüs'teki durumdan haberdardı ve Kudüs'e hücum etmenin uygunsuz olduğunu kabul etmişti. Avusturya Arşidükü VI. Leopold ve Kudüs Kralı Jean de Brienne yeni gelen Oliver Kölnlü ve I. William ile yeni bir strateji planı yapmaya başladılar. Buna göre yeni takviyeli Haçlı ordusu Eyyubiler'in ana merkezi olan Mısır'a ve Kahire'ye hücum edip bu toprakları eline geçirirlerse, bu topraklar ile Kudüs'ü değiş tokuş yapma imkânı olup, Kutsal şehir Kudüs'ün bu değiş tokuş sonucu Haçlı Hristiyanlar eline geçmesi sağlanabilecekti. Bu stratejiye uygun olarak Kudüs Kralı Jean de Brienne önce önemli bir Mısır sahil limanı olan Nil Nehri deltası ağzında bulunan Dimyat veya İskenderiye liman şehirlerine hücum etmeyi ve bu şehirleri ele geçirdikten sonra bunları tedarik üsleri olarak kullanarak sonradan Kahire'ye hücum etmeyi teklif etti. Yapılan harp meclisinde yeni gelen Haçlı güçleri komutanları hedefin Dimyat kalesi ve limanı olmasını kabul ettiler.

Anadolu Selçuklu Devleti ile Eyyubiler

Eyyubiler kuzey Suriye'de de tehlike altına girmişlerdi. Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı I. İzzeddin Keykavus kuzey Suriye topraklarına göz dikmişti. Bazı tarihçiler I. İzzeddin Keykavus'un Haçlılar ile müzkerelerden sonra onlarla anlaşarak Kuzey Suriye'ye hücum ettiklerini bildirirler. Bu antlaşma hem Haçlılara kuzeyden olan Eyyubiler baskısını azaltacak ve hem de Selçuklulara yeni Halep Kuzey Suriye toparaklarını ele geçirmeye fırsat sağlacaktı. Fakat bu anlaşma hakkında zamanın diğer tarihçileri hiç bahiste bulunmamaktadırlar.

Kuzey Suriye Eyyubilerin Halep Emiri idaresi altında idi ve Beşinci Haçlı Seferi döneminde burada şu olaylar gelişti. 1216'da Sultan Adil'in yeğeni olan Eyyubiler Halep Emiri Zahir Gazi öldü ve yerine daha çocuk olan Aziz Muhammed geçti. Aziz'in yetişkinliğine kadar naipliğini Tuğrul adında bir hadım ile annesi Dayfa Hatun yüklendi. Selahhaddin Eyyubi'nin büyük oğlu olan Efdal Samsat'ta sürgündeydi. Halep Emirliği'nin kendine verilmesi gerektiğini savundu ve bunu zorla ele geçirmek için Anadolu Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus'un desteğini aldı. 1218 başlarında Selçuklu ordusu ile Efdal'ın topladığı bir ordu birlikte Kuzey Suriye'ye girerek Halep üzerine yürüdü. Halep Emir naibi Tuğrul Sultan Adil'in Haçlılarla uğraştığını bilerek destek için Adil'in üçüncü oğlu olan ve Eyyubiler Elcezire emiri olan Melik Eşref'den yardım istedi. Eşref, Selçuklu ve Efdal ordusu ile "Buzaa Muharebesi"'ne girişti ve onları yenik düşürdü. Efdal yine Samsat'a sürgüne gitti. Halep Emirliği Melik Eşref'in üst-hakimiyetini tanıdı. Selçuklu Sultanı'nın Kuzey Suriye ve Irak üzerinde istekleri İzzeddin Keykavus'un 1220'de ölümüne kadar devam etti. Keykavus yaşamının son yılında Musul'daki taht kavgasına müdahale etmeye hazırlanmakta idi.

Mısır

Doğu Akdeniz kıyılarındaki'de Haçlı devletleri, Kıbrıs Kralı, Tapınak Şövalyeleri, Hospitalier Şövalyeleri ve Avrupa'dan gelmiş Haçlı orduları komutanları Kudüs Kralı Jean de Brienne Mısır'a hücum ve ilk defa Dimyat kalesini ele geçirme planını kabul edip uygulamaya koyuldular.

24 Mayıs 1218'de Frisya donanma filosu gemilerine yüklenen Jean de Brienne komutasındaki Haçlı orduları Akka'dan ayrıldı. Önce Ahklit limanına uğrayıp daha fazla tedarik maddeleri aldılar. Fakat burada rüzgarın birdenbire yön değiştirmesi ile filo ikiye ayrıldı. Bir filo 27 Mayıs'ta Dimyat kalesi yakınlarında Nil Nehri ağzına erişti. Burada demir atıp filonun geri kalan büyük kısmını bekledi. Fakat sabırları tükendi ve nehrin ağzında batı kıyıya asker çıkartma yapmaya başladılar. Hiç direniş ile karşılaşmadılar. Ana filo gelince onlar da aynı mevkide karaya asker çıkarttılar. Haçlı Orduları komutanları da karaya çıktılar. Dimyat kalesi, nehir ağzından 2 km içeride, nehrin doğu sahilinde ve arkasını Manzele Gölüne vermiş olarak konumlanmıştı. Nil Nehri ağzının gemilerin kullanmasını uygun tek yatağına gemilerin girmesini önlemek için şehirden karşı kıyıda bulunan bir korunaklı kuleye zincir çekilmişti. Bu kule Haçlı ordusunu ilk hedefi oldu.

Eyyubiler Sultanı Adil Haçlı ordusunun Suriye'de hücuma geçeceğini tahmin etmemekteydi ve bu yeni gelişme ona büyük bir sürpriz oldu. Dimyat şehrinin savunmasına özel bir dikkat verilmemişti. Fakat yine de hem şehirdeki depolarda hem de Nil Nehri üzerinde bulunan zincirin Haçlı donanmasının yolunu kestiği için bu zincirin güneyinde bulunan yakın bölgelerden kalenin direnişi için gerekli iaşe ve tedarik malları depolarda bulmaktaydı. Bu nedenle Dimyat kalesi 24 Ağustos'a kadar Haçlı kuşatmasına ve zaman zaman hücumlarına karşı direnmede başarılı oldu. Eyyubiler Sultanı Adil Şam'da bulunmaktaydı. Kahire'de naip oğlu Kamil bin Adil Mısır ordusu ile Kahire'den kuzeye yürüdü ve Dimyat'ın 10–15 km güneyinde bulunan Adiliye'da kamp kurdu. Haçlı mevkilerine hücum edecek sayıda gemisi bulunmamaktaydı ama Dimyat kalesinin karşı yakasında bulunan ve Nil Nehri'ni Haçlı gemilerine kapayan zincirin ucunda bulunan kuleye takviyeler gönderdi.

Haçlıların kuleye ilk hücumu Haziran 1218 sonlarında yapıldı ve başarısız oldu. Haçlılar Ağustos sonunda bir hücuma daha hazırlandılar. Bu hücumda Frisyalı gemileri kullanarak Haçlı'lar IV. Haçlı Seferi'nde Konstantinopolis'in kuşatmasında kullandıkları birbirine sıkıca bağlı iki geminin direkleri arasında gerdikleri deriden platforma çıkıp kale duvarlarına hücuma hazırlandılar. Böylece kule ham karadan hem de denizden hücuma maruz kalacaktı. 24 Ağustos'ta Frisyalı gemiler ve diğer kara güçleri ile Haçlılar kuleye taarruza başladılar. Bu hücum 24 saat kadar karşılıklı çatışmaya yol açtı. Ama kulenin savunucuları sayısı büyük zayiat verip sadece 100 kadar kişiye kadar düşmüştü. Bu küçük güçle Haçlılar karşısında duramayacaklarını anlayıp teslim oldular. Bu kuledeki depoda büyük miktarda iaşe ve teçhizat bulundu ve Haçlılar bunları ordularının bulunduğu nehrin batı kıyısına taşıdılar. Sonra da nehir üzerindeki zincir ve yanında buluna küçük köprüyü yıktılar. Böylece Haçlı gemileri Nil Nehrinin güneyinden şehre iaşe ve tedarik getirme yolunu kapatmış oldular ve şehri tamamiyle blokaja aldılar.

Kulenin düşmesi haberi Şam'da bulunan zaten yaşlı ve hasta olan Sultan Adil'e birkaç gün sonra erişti ve onu fena etkiledi. Suriye'de yeni Eyyubi Şam Emiri olan Sultan Adil'in küçük oğlu Muazzam Haçlıların dikkatini Filistin'e geri çekmek için Haçlı Kaseriya kalesine hücum etti; bu kaleyi eline geçirdi ve bütün şehir surlarını yıkıp şehri savunmaya imkânsız hale getirdi. Bu haber de Sultan Adil'e yetişti. Ama özellikle Dimyat karşısındaki kalenin düşme haberi gerçekten çok zor gelmişti ve 31 Ağustos'ta 75 yaşında iken Sultan Adil Şam'da vefat etti. Büyük oğlu olan ve babasının hastalığı dolayısıyla Mısır'da iktidar gücünü efektif olarak taşıyan Kamil bin Adil Eyyubiler Mısır Sultanı ve üst Eyyubiler Sultanı oldu. Eyyubilerin Şam Emiri olan küçük oğlu Muazzam Eyyubiler Suriye Sultanlığı'na geçti.

Haçlılar nehir karşısında kuleyi ellerine geçirdikten sonra eğer Dimyat kalesine hücuma geçselerdi, belki bu esas kaleyi de ele geçirebilirlerdi. Ama Haçlılar bu hücumdan kaçındılar ve takviye kuvvetlerin gelmesini beklemeye koyuldular. Frisyalı Haçlıların çoğu ülkelerine geri döndüler. Frisya'ya yetiştiklerinin ertesi günü sanki Tanrının cezasıymış gibi Frisya'ya büyük zarar veren bir fırtına çıktı; o zamana kadar görülmemiș șiddetle yağmur geldi ve ülke sel ile kaplandı.

Papa III. Honorius 20.000 gümüş mark sarf ederek yeni bir deniz filosu kurdurmuştu ve bu filo 1 yıldır Brindisi'ye gelen Haçlıları Mısır'a götürmek için limanda beklemekteydi. Bu gemiler Haçlı güçleri ile dolu olarak tam bu sırada limandan ayrıldılar. Başlarında Papa temsilcisi Kardinal Pelagius Albano'lu bulunmaktaydı. Aynı zamanda Fransız Haçlı komutanları Nevers Kontu Herve ve La Mache Kontu Hugh Lusignanlı Genova gemileri bularak Fransa'dan ve İngiltere'den gelen Haçlı ordularını Mısır'a götürmek için yola çıktılar. Bu filoya papalık dinsel temsilcisi olarak Courcon Kardinalı Robert'i tayin edilmişti ama bu kişi papa temsilcisinin siyasal yetkilerini taşımamaktaydı.

Kardinal Pelagius ve Haçlı ordusu Mısır'a Eylül ortasında vardı. Bu kişi çok koyu Katolik inançlı İspanyol asıllı bir kişi idi. Dimyat'a gelmesi Haçlılar arasında bir anlaşmazlık ortaya çıkarttı. Kudüs Kralı Jean de Brienne'nin Haçlıların komutanı olduğu kabul edilmekteydi. Bu yüksek rütbe önceki yıl Filistin'deki harekâtta Macaristan Kralı ve Kıbrıs Kralı tarafından kabul edilmemişti ama onlar ülkelerine dönmüşlerdi ve bu sefere katılmamaktaydılar. Kardinal Pelagius Jean de Brienne'nin otoritesini kabul etmeyip ona karşı çıkmaktaydı. Jean de Brienne'nin Kutsal Kudüs Kralı olması, ancak meşru kraliçe olan ve ama o zaman ölmüş bulanan Jean de Brienne'nin karısı dolayısıyla idi; Jean de Brienne meşru kral değil, meşru kraliçe kocası idi. Kardinal Pelagius Papa temsilcisi olarak kendini Haçlı ordusunun en yüksek komutanı olarak görmekte idi. İtalya'dan gelen haberler Kutsal Roma-Germen İmparatoru olan II. Friedrich'in yeni bir Haçlı ordusu toplamakta olduğu ve bu ordu ile Filistin'e gelmesi yakın olduğu hakkında idi. Kardinal Pelagius II. Friedrich'in üst komutan olmasının meşru olacağını kabul etmekteydi.

Sultan Kamil Ekim'de yeni takviye birlikleri almıştı. Bir nehir filotilası kurup Haçlı'ların ordugahına karşı bir hücum tertip etmeye koyuldu. Haçlılar bu filoyu Komutan Jean de Brienne'nin gayretleri ile geri püskürtüler. Birkaç gün sonra Eyyubiler kalenin kuzeyinde bir köprü kurdular. Kardinal Pelagius emrindeki güçlerle bu köprünün yapımını durduramadı. Sultan Kamil de nedense ordusunu bu köprüden şehre geçirmedi ve su üzerinden botlarla hücuma geçmeyi tercih etti. Fakat Haçlı kampına yeni erişmiş olan Fransız Haçlıların gayretiyle bu nehir üzerinden hücum da başarısız kaldı. Haçlı kampının hemen dışına yapılan diğer bir Eyyubi hücumu da geri püskürtüldü. Bu su üzerinden hücumların geri püskürtülmesinde Eyyubi ordusu pek çok askerin suya düşüp boğulması ile büyük zayiat verdi.

Ekim sonlarına karşı çatımalar biraz azaldı. Haçlı ordusu Fransız ve İngiliz Haçlı güçlerinin gelmesi ile takviye olunmuştu. Sultan Kamil'e Suriye'den gelmesini beklediği takviyeler babası Sultan Adil'in Șam'da ölmesi üzerine aksamaya başlamıştı. Yeni Suriye Sultanı Muazzam idareye geçince daha düzenli yeni takviyeler beklemeye başladılar. Haçlılar da sorunlarla karşılaştılar. Eyyubiler elinde bulunan köprünün ilerisinden denize uzanan yeni bir kanal kazdılar. Fakat bu kanalın dolması çok uzun almaktaydı. 29 Kasım akşamı kuzeyden büyük bir fırtına deniz üzerinden deniz suyunu etrafındaki düşük rakımlı araziye yaydı ve sel gibi deniz suyunu Haçlı kampı üzerine getirdi. Haçlı ordusunun tüm çadırları sel suları altında kaldı ve depolanmış iaşe ve teçhizat da sular içinde kaldı. Fırtına gemi zayiatı da doğurmuştu. Seller çekildikten sonra kamp hiç Haçlının dokumak istemediği ölü balıklarla dolmuştu. Kardinal Pelagius yeni bir nehir duvarı yapılması emrini verdi ve selin getirdiği zayiat (yırtılan yelkenler, çadırlar ve hatta at leşleri) bu duvar için malzeme oldular. Ama Haçlıların önceden kazdıkları kanal da artık dolmuştu ve Haçlı gemileri nehirde daha ilerilere gidebilmeye başladılar.

Bu sefer Haçlı ordugahında bir salgın ortaya çıktı. Bu salgına tutulanlar çok yüksek hararetten ve kararmaya başlayan derilerden muzdarip oldular. Haçlı ordusu mevcudunun altıda biri hayatını kaybetti. Bunlar arasında Fransız Courcon Kardinalı Robert de bulunmaktaydı. Hayatta kalan Haçlı güçlerinin hem fiziksel takatleri hem de moralleri çok düşmüştü.

Bunu nispeten çok şiddetli bir kış takip etti. Her iki ordu da ıslak ve nispeten soğuk havadan ve bunun ortaya çıkardığı çeşitli hastalıklara yakalanıp ölerek zayiat verdiler.

Şubat 1219 başında Haçlıların komutanı Kardinal Pelagius ordunun moralini yükseltmek için harekete geçti. 2 Şubatte Eyyubi ordusuna bir genel taarruz düzenledi ama ortaya çıkan fırtına ve yağmur bu hücumu imkânsız hale getirdi.

4 Şubat'ta Sultan Kamil'in ve ordusunun şehrin dışında ordugah kurduğu Adiliye mevkini boşalttığı haberi geldi. Haçlılar Adiliye'ye yürüyünce mevzilerin boş olduğunu gördüler. Kale içinde bulunan Eyyubi ordusu onların Adiliye'ye yerleşmelerini önlemek için bir huruç hareketi yaptı ise de başarı kazanamadı. Haçlılar Adiliye'ye girip yerleşip Dimyat kalesini tamamiyle kuşatmayı başardılar. Sultan Kamil'in çekilmesine sebep Emir İmaddinin Ahmed bin el-Mastub adlı bir kölemen emirin bir komplo hazırlayarak Sultan Kamil'i öldürmek ve yerine küçük kardeşi Faiz'i sultanlığa geçirmek istemesinin öğrenilmesi olmuştu. Tam bu sırada Suriye Eyyubi Sultanı Muazzam Suriye ordusu ile Mısır'Eyyubiler ordusunu takviyeye gelmişti. İki kardeş 7 Şubat't görüşüp bu komployu bastırdılar. Buna Sultan Muazzam'ın yeni getirdiği Suriye ordusu çok etkili oldu. Emir Kerek kalesine hapse gönderildi. Eyyubi prensi Faiz'de Sincar'a sürüldü ve oraya gitmekte iken vafat etti.

Sultan Muazzam'ın yeni takviye ordusu ile bile Sultan Kamil Haçlıları Dimyat kuşatmasından söküp atamadı. Eyyubilerin asker sayısının çok artmasına rağmen nehir, göl ve kanallar bu kara ordusunun etkili kullanılmasına engel oldu. Haçlıların ana kampı ve Adiliye'de kurdukları yeni kampa yapılan hücumlar netice vermedi. Sultan Kamil yeni ordugahını Dimyat'ın 10 km güneyinde bulunan Fariskur'da yerleştirdi. Haçlılar Dimyat'a hücuma başlarlarsa onları arkadan vurmaya hazır hale geldi. Bütün ilkbahar aylarında bu yenişememe durumu devam etti. Eyyubilerin Hristiyan kutsal (Paskalya yortusu ve ondan yedi hafta sonraki yortu) günlerinde Adiliye'yi tekrar ellerine geçirmek için Haçlılara yaptıkları büyük taarruzlar boşa çıktı. Dimyat kalesinde kuşatma altında bulunan Eyyubiler ordusunun yiyeceği boldu; ama hastalık yüzünden asker sayısı çok azalmıştı. Ama Haçlılar kaleye hücumu yine geciktirdiler.

Eyyubiler Şam Sultanı Muazzam, hükmü altında bulunan Kudüs şehrinin tüm surlarını ve kale kulelerini yıktırmış ve şehri surlar ile savunulamaz bir hale getirilmişti. Eğer barış ortaya çıkarsa bu savunması imkânsız Kudüs'ün Haçlılara terk edilmesi imkânı vardı. Bunun için 19 Mart'tan itibaren Kudüd şehrinin diğer surları ve en önemli kuleleri yıkılmaya başlandı. Bu şehirde bir panik yarattı. Şehirdeki Müslümanların bazıları şehri boşaltıp Ürdün Nehri'ne doğru kaçtılar. Boş bulunan evler askerlerin halkın talanına hedef olup harabeye dönüştürüldüler. Bazı tutucu mütecavizler Hristiyanların kutsal binalarını (özellikle Kutsal Kabir Kilisesi'ni) yıkamayı istediler ama Eyyubiler idarecileri buna izin vermediler.

Bu sefer yaz çok yüksek sıcaklıkla ortaya çıktı. Buna alışkın olmayan Haçlı orduları sıcaktan bitkin hale geldiler. Morallerini yükseltmek için Kardinal Pelagius gene mütecaviz bir harekâta başladı. 29 Temmuz'da Eyyubilerin Haçlı kampına yaptıkları hücum her iki tarafa büyük zayiat vererek geri püskürtüldü. Haçlılar mancınıklarla kale duvarlarına bombardımana başladılar. Buna karşılık kale savunucuları Rum ateşi kullanarak mancınıklara büyük zarar verdiler. Haçlılar Rum Ateşi ile çıkartılan yangınlar ancak sirke kullanarak söndürebilmekteydiler. Aynı ay diğer bir Eyyubiler hücumu Haçlıları nerede ise söküp atmakta iken vaktin gecikmesi ve havanın kararması nedeniyle bundan muvaffak olamadı. Haçlıların 6 Ağustos'ta surlara yaptıkları hücum da etkisiz kaldı.

Haçlılar içinde yüksek sınıflara mensup komutanlar arasında da zayiat büyüktü (örneğin Tapınak Şövalayeleri Büyük Ustası Guillaume de Chartres). Avusturya Kontu Leopold Mayıs sonunda ordusu ile Avusturya'ya dönmek üzere kamptan ayrıldı. Kudüs Kralı Jean de Brienne ile Papa Temsilcisi Kardinal Pelagius arasında taarruzlarda uygulanacak strateji üzerinde anlaşmazlık çıktı. Kral, Sultan'ın kampına hücum etmek istemekteydi ve Kardinal ise şehrin duvarlarına hücumu tercih etmekte idi. 29 Ağustos'ta kral taraftarlarının önerisi uygulanmaya koyuldu ve Haçlılara biraz düzensiz halde büyük bir kitle gibi Sultan'ın kampına hücuma başladılar. Eyyubiler önce geri çekilir gibi yapıp sonra karşı taarruza geçtiler. Kardinal Pelagius komutayı üzerine aldı. Ama onun her türlü emrine ve hatta yalvarış ve yakarışına rağmen İtalyan asıllı Haçlılar geri çekilmeye başladılar. Bunu gören Haçlı ordusunun hepsi paniğe kapılıp kaçmaya koyuldular. Fakat Kral Jean de Brienne ve Fransız ve İngiliz asiller idaresindeki Haçlı ordusu kısımları direniş gösterip bu paniği önlediler ve Haçlı kampını kurtarmış oldular.

Bu arada önemli bir Hristiyan, sonradan aziz olarak kabul edilen Assisili Francesco Dimyat'ı kuşatan Haçlılar ordu kampına ziyarete geldi. Barış hakkında müzakereler yapılırsa bir sonuca varılacağına inanmaktaydı. Müslümanlar tarafına geçmek için zorla Kardinal Pelagius'tan izin aldı. Assisili Francesco bir beyaz bayrak altında sultan'ın bulunduğu Fariskur'a geçti ve orada Sultan Kamil'in huzuruna çıktı. Sultan Kamil ona çok iyi davrandı; fakat dini konular hakkında açık bir oturum yapılmasını kabul etmedi. Francesco'ya birçok hediye verdi; Francesco ama bunları kabul etmedi. Onun yanına bir askeri şeref birliği verilerek tekrar Haçlılar karargahına geri dönmesi sağlandı.

Ama Assisili Francesco'nun araya girmesi gerekmemekteydi. Mısır Eyyubiler Sultanı Kamil bin Adil barıştan yana idi. O yıl Mısır'da Nil Nehri fazla yükselmemişti. Bu su eksikliğinden dolayı Mısır halkına yetişecek yiyecek olmayacağı aşikardı. Aynı zamanda ülke içinde tarıma hiç katkı yapmayan ve büyük tüketime neden olan bir ordu bulunmakta ve savaş yapılmakta idi. Suriye Sultanı Muazzam da Suriye'den getirdiği orduyu geri götürmeyi istemekteydi. Eylul sonunda bir Haçlı esir bir ateşkes teklifi ile Sultan'a geldi ve eğer Müslümanlar Kudüs'ü geri verirlerse bir barış olabileceğini bildirdi. Mısır Eyyubi Sultanı Kamil bin Adil Haçlılarla bu ateşkesi kabul etti. Fakat Haçlılar barış müzakerrlerine başlamayı kabul etmediler. Böylelikle ateşkes döneminde her iki taraf da kendi mevzilerini pekiştirmekle geçirdiler. 26 Eylül'de Sultan Kamil Haçlılara yaptığı bir hücumla bu ateşkes dönemine son verdi.

Fakat yine de Sultan Kamil barış yanlısı idi. Dimyat'ın savunucularının sayısının çok azaldığını ve onları takviye etme imkânı olmadığını bilmekte idi. Haçlılar kampı içinde kargaşalık çıkartmak için tuttuğu casus ve ajan provokatörler de hiç etkili olmamaktaydılar. Ekim sonunda esir olan iki Haçlı şövalyeyi Haçlılara göndererek yeni bir barış teklifi şartlarını onlara bildirdi. Haçlılar Dimyat kuşatmasını kaldırıp Mısır'dan çıkarlarsa kendilerine Kudüs, Beytüllahim, Nasıra ve "gerçek istavroz" geri verilecekti. Böylece Kudüs ve Orta Filistin'in tümü ve Celile bölgesi Haçlı Hristiyanlar eline geçecekti. Kudüs Kralı Jean de Briene; onun asilleri, Fransa, İngiltere ve Almanya'dan gelen bütün komutan asiller bu şartlara razı olma lehinde idiler. Papa Temsilcisi Albano'lu Pelagius ve Kudüs Katolik Patriği bu tekliflere karşı çıktılar. Bu koyu dindar Katolikler prensip olarak Hristiyan olmayanlarla anlaşma yapılması aleyhinde idiler. Tapınak Şövalyeleri ve Hospitalier Şövalyeleri ise buna stratejik olarak aleyhtardılar. Kudüs surları ve Celile'de bulunan kaleler yıkıldığı için Kudüs'ün askeri olarak savunulması imkânsız olduğu açıktı. İtalyanlar (Venedikliler, Cenovalılar vb.) ise ticaret bakımından aleyhteydilar. Dimyat Haçlılar eline geçerse Haçlılar ve İtalyanlar elinde bu liman, Mısır içine açılan bir ticaret kapısı olacağını düşünmekteydiler. Sonunda Kardinal Pelagius'un katı ısrarı üzerine bu barış teklifi reddedildi. Bu katı Katolik tutumun haberini alan önemli bir grup Haçlı orduların komutanı olan Hollanda Kontu I. William, kendisinin getirdiği Flandralı'lardan oluşan ordusu ile kuşatmadan ayrıldı ve biran önce ülkesine geri dönme hazırlıklarına girişti.

4 Kasım'da Haçlılar tarafından kaleye karşı gönderilen bir keşif birliği Dimyat kalesinin dış surlarında hiçbir savunucu bulunmadığı haberini getirdi. 5 Kasım'da tam bir güçle surlar üzerine yürüyen Haçlı ordusu bu dış surları hiç direniş görmeden geçti ve iç kale kapılarına dayandı. Şehrin içinde bulunan askerlerin hemen hepsi hasta idi ve şehirde sadece 3000 kişi hayatta kalmıştı. Yaşayan asker ve siviller hastalıktan o kadar bitkin haldeydiler ki ölülerini bile gömme takatleri bulunmamaktaydı. Ama şehir depoları yiyecekle doluydu. Şehrin depolarındaki her türlü mal istilacı Haçlı ordusuna kalmıştı. Haçlılar şehir sakinlerinden 300'ünü fidye toplamak için ayırdılar. Genç çocukları Hristiyan yapılmak üzere papazlara teslim ettiler. Diğer şehir sakinlerini köle olarak sattılar. Şehirde bulunan her türlü kıymetli ve kıymetsiz mal her Haçlıya rütbesini de göz altına alınarak bölüştürüldü. Şehrin idaresi de sorun oldu. Sonunda Kutsal Roma-Germen İmparatoru II. Friedrich'in gelip Haçlı seferine katılıncaya kadar şehrin idaresi Kudüs Kralı Jean de Brienne'ye verildi. Bu arada Nil Nehri'nin doğuda bulanan ağzında, Dimyat'tan birkaç kilometre uzaklıkta olan Tanis şehrine de bir hücum düzenlendi. Bu şehir de terk edilmişti ve içinde bulunan eşyalar ganimet olarak alınarak Haçlılar arasında bölüşüldü. Ganimet bölüşülmesi büyük sorunlar ortaya çıkardı. Kendilerine haksızlık yapıldığını iddia eden İtalyan Haçlılar açıkça isyana geçtiler. Ama Tapınak Şövalyeleri ve Hospitalier Şövalyeleri güçleri onları şehirden uzaklaştırdılar. Böylece kış mevsimi galibiyet kazanan Haçlı ordusunda çıkan anlaşmazlıklarla girdi.

Papalık temsilcisi olan Pelagius Dimyat şehrinin geçici idarecisi olarak Kudüs Kralı Jean Brienne'yi kabul etmemekteydi. Jean de Brienne de yıl sonunda Dimyat'tan ayrılarak Akka'ya geri döndü. Pelagius imparator II. Friedrich'in yeni bir ordu ile Avrupa'dan gelmesini beklemekteydi ama II. Friedrich gelmedi. Eğer bir başarısızlık olursa Papa temsilci Pelagius'un bunu kendine yükleyeceğinden çekinen Jean de Brienne 7 Temmuz'da bir yıl Filistin'de kaldıktan sonra tekrar Dimyat'a eski görevine döndü.

Tam bu sırada El Cezire'de bulunan Eyyubiler, Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı I. Keykavus ile yaptıkları savaşı bir antlaşma ile sona erdirdiler. Orada Eyyubiler valisi olan olan Sultan Kamil'in küçük kardeşi Eşref Musa bin Adil komutasında bir ordu ile Mısır'daki Eyyubilere askeri yardım desteği sağlama durumuna geçmişlerdi. Sultan Kamil ayrıca Nil Nehri deltasının batısında yeni bir donanma kurmayı başarmıştı. 1220'de bu yeni Eyyubiler donanması Kıbrıs'ın batısında Haçlıların donanmasının tümünü bir pusuya düşürüp bu Haçlı filosunu elemine etti. Böylece Dimyat'taki Haçlıların deniz desteği de kesilmiş oldu. Sultan Kamil Pelagius'a tekrar daha önceki bildirdiği şartlarla tekrar barış teklif etti. Pelagius yine bunu kabul etmedi.

Temmuz 1270'te Dimyat'daki Haçlı Hristiyan orduları Eyyubiler başkenti olan Kahire üzerine yürümeye karar verdiler. Bu yürüyüş kuru olan Nil Nehri kıyısını takip ederek devam etti. Eyyubiler hükümdarı Sultan Kamil bin Adil ve ordusu tarafından yakından gözlemlenip takip edildi. Mısır ve Suriye Eyyubiler güçlerinin öncüleri 19 Temmuz'dan itibaren Kahire hedefiyle ilerlemekte olan Haçlı ordusunun uçlarına sık sık baskın hücumlarında bulunmaya başladı. Bu sık sık yapılan hücumlar ilerleyen Haçlı ordusunun moralini bozdu. Özellikle Alman haçlılarına çok aksi tesir yaptı. Haçlılar ordusuna dahil olan 2000 Alman haçlı askeri komutanları I. Louis Baveryalı ve Tütonik Şövalyeler Büyük Ustası Hermann von Salza altında, Haçlılar Kahire yolunda yürüyüşte iken ordudan ayrılıp Dimyat'a geri döndüler. Pelagius Kahire'ye ordunun yürümesinde israr edip bunun aleyhtarlarını aforoz etmek istemekteydi. Ama Dimyat geçici idarecisi Jean de Brienne bunu kabul etmedi.

Sultan Kamil ve kardeşi Suriye Sultan Muazzam Nil Nehri'nin tekrar sel getireceği dönemde kardeşleri Eşref'in El Cezire'den takviye birlikleri ile gelmesini beklemeye koyulup bu yürüyüşte olan Haçlı ordusu ile bir büyük silahlı çatışmaya girişmemeye ve oyalayıcı çöl savaşı taktikleri uygulamaya kararlıydılar. Pelagius ise geriye dönmeyen Haçlı ordusu ile Kahire üstüne hücuma devam etmeye karar verdi. Haçlı ordusu Nil Deltası'nın bir kolu üzerinde güneyde bulunan Mansure'ye doğru kuru bir nehir yatağı kenarından yürüyüşüne devam etti.

Kahire üzerine yürümekte olan Haçlılar Mansure kalesi önüne geldiklerinde Mısırlı öncü birlikler nehrin kanallarını tutan yüksek setleri yıktılar. Yıllık sel ile yükselen Nil Nehri, Mansure şehrinin etrafında bulunan ve sel zamanlarında suyla dolan nispeten düşük rakımlı ova ve Haçlılar ordusunun takip ettiği kuru nehir yatak kıyılarını nehir suları ile doldurmaya başladı. Haçlı ordusu bu sel sularıyla kaplanmaya başlanan ovada bulunan dar ve daha yüksekçe olan ada şeklini alan bir arazi parçasına çekilmek zorunda kaldılar. Sultan Kamil'in yeni yaptırdığı donanma filosu, buraya kadar gelmesi imkânı olan Haçlı gemilerinin Nil Nehri deltasına girmesine mani olmaktaydı. Haçlılar yürüyüşte levazım, erzak, iaşe ve silah ikmalini ya etraftaki yerel halktan zorla alarak veya Nil Nehri kolu üzerinde işleyebilen küçük gemilerle yapılabileciğini planlamışlardı. Fakat nehir sularının yükselmesi ile bu türlü ikmali yapmalarına imkân kalmamıştı. Papalık temsilcisi Kardinal Pelagius bu sırada komuta gücünü yetirdi. Hiçbir Haçlı birliği onun ilerleme komutlarına uymaz olmuştu. Haçlı ordusu alt komutanları açlık tehlikesi dolayısı ile çaresizlik içinde kalarak Sultan Kamil'e teslim olmaya karar verdiler.

Haçlıların teslim olmak için müzakere etme teklifi Eyyubiler ordugahına erişince Eyyubiler üst komutanları arasında bir ihtilaf olduğu ortaya çıktı. Suriye Sultanı Muazzam bin Adil ve Elcezire emiri Eşref bin Adil bu Haçlı ordusunun tamamiyle imha edilmesine taraftardılar. Fakat Sultan Kamil değişik alternatif düşünmekteydi. Dimyat kalesinin, bu kalede geride kalan Haçlılar tarafından daha da pekiştirlmiş ve uzun bir kuşatmaya dayabilecek hale getirilmiş olduğu casuslar vasıtası ile öğrenilmişti. Sultan Kamil selde mahsur kalan Haçlı ordusunun imha edilmesinin Dimyat'taki Haçlıların daha ciddi olarak direnmelerine neden olabileceğini düşünmekteydi. Eğer Dimyat kalesi kuşatmaya alınıp bu kuşatma uzun sürerse Avrupa'dan yeni bir Haçlı ordusu gelmesi olasılığı da çoğalmaktaydı. Zaten Sicilya Kralı ve imparator II. Friedrich'in Haçlı seferine çıkma hazırlıklarının ileri seviyede olduğu da duyulmuştu. Sultan Kamil yapılan bir harp meclisinde bu fikirlerini diğer komutanlara kabul ettirdi ve sel sullarından mahsur kalan Haçlı ordusunun teslim olması için, Sultan Kamil'in eski tekliflerinin bazılarını de içeren, bir antlaşma teklifi yapılması kabul edildi.

Haçlılar bu teklifleri kabul ettiler ve bir teslim antlaşması yapıldı. Bu teslim antlaşma şartlarına göre adada mahsur kalan Haçlı esir olarak teslim olacaklardı. Dimyat kalesindeki Haçlı savunucular da bu kaleyi Sultan Kamil'e terk edeceklerdi. Bu kale boşaltılıp Sultan Kamil'e tamamen teslim edilince, esir olmuş Haçlılar geri verilecekti. Bu şartlara ek olarak Eyyubiler ile Haçlılar arasında 8-yıl yürürlükte kalacak bir barış antlaşması imzalanacaktı. Son olarak Sultan Kamil, eğer bulunursa "Gerçek istavrozu" da Haçlılara teslim edecekti. Fakat bu son şarta uyulmadı; çünkü aramalara rağmen gerçek istavrozun kaybolmuş olduğu anlaşıldı.

Sonuçlar

Yirminci yüzyılda Haçlı seferleri hakkında gayet ayrıntılı ve derin bir araştırmacı olarak kabul edilen Fransız tarihçisi Grousset Avrupalı Haçlılar açısından bu seferin sonuçlarını şöyle özetlemiştir:

Bu Haçlı seferi Hristiyan Haçlılar için tamamıyla başarısız olmuştur. Haçlılar hiçbir gelişme sağlayamamışlardır. Haçlı ordusunun önemli sayılabilecek kısmı ise teslim olmuştur. Haçlılar imzalanan teslim olma antlaşması ile felaketin eşiğinden geri dönmüşlerdir. Bu Haçlı seferi Orta Doğu'da Frank Kutsal ülkeleri arazilerine yerlemiş olan Hristiyan Franklar ile Avrupa'dan gelen Hristiyan Haçlı güçleri düşünce ve tavırları arasında büyük bir uçurum olduğunu açıkça ortaya çıkartmıştır. Avrupa'dan gelenler Müslümanlara karşı hiç müsamaha tanımadan onları öldürmek; Kudüs'ü ve etrafını Hristiyan olmayanlardan tamamıyla temizlemek ve Filistin, Suriye ve hatta Mısır'da yeni Hristiyan koloniler kurmak hedefini gütmekte idiler. Orta Doğu'ya yerleşmiş olan Latinler ise sayılarının azlığı dolayısıyla Orta Doğu'da bulunan politik gerçeklere uymak istemekteydiler. Beşinci Haçlı Seferi Batı Avrupa'nın (1220'den itibaren Papalık Devleti ve Katolik kilise halkının ve daha sonra Almanya Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun) Suriye, Filistin ve Mısır'da gelişmiş Latin kurumları ve politik gerçekleri hic göz önüne almadan kendi bildiklerini yapmaya kararlı olduklarını açıkça ortaya çıkartmıştır.

Bu Haçlı Seferi'nin kültürel yankıları

Bu Haçlı Seferi'nin tüm başarısızlığı Avrupa edebiyatında yansımıştır. Örneğin bu dönemde yaşayan ünlü Okitanyalı şair Guilhem Figueira bu fiyaskoyu ortaya çıkartan papalık temsilcisi Pelagius ve papa aleyhinde gayet cesur ve şiddetli tenkitler içeren şiirler yazmıştır. Daha ılımlı bir ünlü Okitanyalıı sair olan Görmonda de Monpeslier ise Papa'ya karşı tenkitlere cevap veren "Greu m'es a durar" adlı ünlü şarkı şiirini hazırlamış ve bu şiirde Papa ve temsilcisi Pelagious yerine bu fiyaskonun sorumluluğunu "kötülerin aptallıkları" nedenine yüklemiştir.

01 Nisan 2022

İkinci İnönü Muharebesi

 



26 Mart 2022

IV.Haçlı Seferi

Dördüncü Haçlı Seferi, 1202-1204 yılları arasında gerçekleşen bir Haçlı seferidir. Papa III. Innocentius, Kudüs'ü kurtarmak maksadıyla; tüm Avrupa'yı sefere davet etti ve bu sefer 1202'de Venedik'ten başladı. Başlangıçta seferin hedefi önce Mısır'ı ele geçirmek ve oradan Kudüs'e gidip orayı da zapt etmekti. Fakat Venedik'liler ve yaşlı Venedik Dükü Enrico Dandolo bu seferin hedefini değiştirmeyi başardı. Haçlılar, İstanbul'u kuşatıp zapt ettiler. Klasik ve Orta Çağ'ın kültür hazineleriyle dolu olan şehri yakıp talan ettiler. 1204'te kendi Orta Çağ ve Katolik inançlarına uyan Latin İmparatorluğu'nu kurdular.

Haçlı Ordusu'nun İstanbul'a Yönelişi

Bu yeni seferin, daha önceki Haçlı seferlerinden farklı olması öngörülüyordu. Önceki Haçlı seferleri Katolik Kilisesi'nin dinsel hiyerarşisi dışında olan devlet idarecisi hükümdarlar ve hükümdarların yakını asiller tarafından komuta edilmişti. Bu yeni seferin doğrudan doğruya Papalık ve Katolik papazların komutasında olması öngörülmekteydi. Diğer bir farklılık ise (Üçüncü Haçlı Seferi komutanlarından olan Aslan Yürekli Richard'in önerdiği gibi) Müslümanları en zayıf taraflarından vurmaktı. Bu zayıf taraf Mısır'dı. Yapılan plana göre Haçlı ordusu, gemilerle Mısır'a çıkıp Nil Deltası'nı ele geçirecekti. Böylece Mısır bir Hristiyan üssüne dönüştürülecekti ve buradan Kudüs'e ulaşmak daha kolay olacaktı. Hem böylelikle Anadolu Selçuklu Devleti'yle hiç savaşılmayacaktı ve Eyyubiler arkadan vurulacaktı.

Seferin Katolik Kilisesi komutasında yapılması, Avrupa hükümdarlarının yaşadığı siyasal sorunlardan dolayı gerçekçi bir fikirdi. Nitekim Papa'nın yaptığı sefer çağrısına hükümdarlar ve yakınlarından hiç pozitif yanıt gelmedi. Ama 1200 yılına kadar sefere katılmak isteyenler sayısı, 35.000 kişilik bir ordu oluşturacak sayıya yükseldi. Papa, fiziksel olarak Haçlı ordusunu yönetemeyeceği için Papa'ya bağlı bir asil bulunmalıydı. Papa uygun bir komutan bulmakta gecikmedi. Eski Kudüs kralı Troyes Kontu'nun küçük kardeşi, eski Fransa Kralı VI. Louis'nin torunu, İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard'ın ve yeni Fransa Kralı Filip August'un yeğeni olan Champaigne Kontu Tibald Papa'ya bir Haçlı Seferi yapmak için başvurmuştu ve bu kişi Papa tarafından yeni sefere komutan tayin edildi.

1201 yılı ilkbaharında Paskalya yortusundan sonra, 6 şövalyeden oluşan bir Haçlı komuta heyeti Venedik'e gittiler ve Venedik Cumhuriyeti'nin, Kuzey İtalya'da toplanacak Haçlı kuvvetlerini nakletmesi için belirli bir ücret karşılığında gemiler sağlamasını teklif ettiler. Venedikliler, büyük konseyi topladıktan sonra Venedik'in 4.599 şövalye, 9.000 şövalye yamağı, bunların atları, 20.000 piyade ve bütün bu orduya yetecek kadar levazım için gemi sağlanabileceğini fakat bunun için peşin olarak 84.000 gümüş mark nakliye ücreti ödenmesi gerektiğini bildirdiler. Ayrıca Venedik Cumhuriyeti, eğer fethedilen toprakların yarısı kendisine verilirse, kendi tarafından finanse edilecek 50 tam teçhizatlı kadırgadan oluşan bir filoyu da Haçlılar komutasına verebileceğini bildirdi. Haçlı komuta heyeti, bu şartları kabul edip, bir kontrat imzaladılar ve Haçlı kuvvetlerinin Kuzey İtalya'ya gelerek 14 Haziran 1202'de Venedik'ten Mısır'a gitmek üzere hareket etmesini kararlaştırdı. Ancak yeni Haçlı Seferi'nin hedefinin önce Mısır'a olacağı, açıklanan anlaşmada sarih olarak belirtilmemişti. Çünkü Haçlı komuta heyeti bu sefere dinsel coşku ile katılanların doğrudan doğruya Kudüs'e gitmek isteyeceklerini ve Mısır'a gitmemekte ısrar edeceklerini düşünmekteydi.

Diğer taraftan Venedik'in durumu ve tutumu sorunluydu. Venedik Cumhuriyeti, Haçlı kuvvetlerini nakletmek için belli bir ücret karşılığında büyük bir deniz filosu hazırlamayı ve Haçlılar'ı Mısır'a götürmeyi kabul etmişti. Venedik, ayrıca katkıda bulunmayı vadetmişti. Ayrıca seksenlik ve gözleri görmeyen Venedik Dükü Enrico Dandolo yeni Haçlı seferine katılıp Venedik donanmasına komuta edeceğini San Marko Katedrali'nde ilan etmişti. Fakat bu Haçlı Seferi hakkında müzakereler yapılırken bir Venedik heyeti ve elçisi, Venedik için çok karlı olacak bir ticaret anlaşması imzalanmıştı. Bu nedenle yapılan anlaşmada Haçlı kuvvetlerinin kesin Mısır'a gideceğine dair bir madde bulunmaması Venedikliler'in işine de gelmekteydi.

1201 kışında Haçlı Seferi komutanı seçilen Champaigne Kontu Tibald öldü. Yerine deneyimli bir asker olan I. Bonifacio del Monferrato atandı.

Bonifacio'nin kuzeni Swabiyalı Filip'in karısı, kardeşi III. Aleksios tarafından tahtından atılmış olan II. İsaakios'un kızı İrene idi. 1201 kışında Bonifacio, Noel Yortusu'nu kuzeni ve karısı ile geçirdi. Orada, İstanbul'dan kaçmış olan II. İsaakios'un oğlu olan IV. Aleksios ile görüştü. Bu görüşmelerde Haçlı ordusunun kullanılıp Bizans İmparatorluğu'nun Angelos'a verilmesi görüşüldü. Bonifacio ve Angelos ayrı ayrı Roma'ya gidip Papa III. Innocentius'un bu girişime kutsal onayını vermesini sağlamaya çalıştılarsa da Papa hiçbir Hristiyan'a (Bizanslılara bile) hücum edilmemesini Bonifacio'ye açıkça bildirdi.

Haçlı Ordusu'nun Nakliye Sorunu

Venedikliler o yıl ticari faaliyetlerini durdurup gemi yapmaya ve bu gemilere tayfa ile levazım tedarik etmeye koyuldular. Haçlılar için Venedikliler'in hazırladığı donanmada üç değişik gemi bulunuyordu.

Harp gemileri kadırga şeklinde olup 100 kürekle çekilmekteydi ve düşmanlara hücum amacıyla silah olarak burunlarında su seviyesi üzerinde bulunan metal uçlu bir mahmuz taşımaktaydılar.

Personel çıkartma gemilerinin uzunluğu 30 metre, eni 9 metre ve yüksekliği 12 metre idi. Her birinin 100 tayfası bulunmakta ve 600 kişilik piyade gücü taşımak için yapılmışlardı.

At taşıma gemileri ise atları taşımak için özel askılarla donatılmışlardı. Deniz seviyesi altında bulunan bir rampa indirilerek atlı şövalyelerin gemiden hemen çıkıp karada hücuma geçme imkânı bulunmaktaydı.

Venedikliler, şehir surlarını kuşatmada kullanmak için gemilerde taşınabilecek çok sayıda mancınık, rampa ve merdiven inşa etmişlerdi.

Ancak 14 Haziran'da 35.000 kişi yerine sadece 12.000 kişilik bir Haçlı ordusu Venedik'teki Lido Adasın'da toplanabilmişti. Daha önce bu sefere katılmak isteyen bazı Avrupalılar, özellikle Venedikliler'e ödenmesi gereken ücreti beğenmeyerek sefere katılmaktan vazgeçmişler; diğer bazı Haçlılar'sa, gemi ile Mısır'a gitmekten hoşlanmayarak doğrudan doğruya Filistin'e gitmek için diğer Akdeniz limanlarına gitmiş ve hala Haçlılar elinde bulunan Akka kalesine yönelmişlerdi.

Haçlılar'ın azlığından dolayı 84.000 gümüş toplanamamıştı. Haçlılar'ın başında bulunanlar; hükümdarlar, asiller ve bu sefere gidecek ve yardım etmek isteyecek herkesten paralar topladı ise de toplanan 51.000 gümüş marklık meblağ ordu nakliyat tazminatını karşılamaya yeterli değildi. Bunun üzerine Venedik Dükü Enriko Dandolo, toplanmış olan askerî güçlerin Mısır'a gitmek için yola çıkmadan önce Venedik idaresine isyan etmiş olan Moglie, Trieste ve Zara şehirlerine gönderilip bu isyanları bastırması ve bu şehirleri yine Venedik idaresi altına vermeleri durumunda gereken nakliye ücretinin büyük bir kısmının karşılanacağını bildirdi. Haçlıların Mısır'a gittiklerinde elde edecekleri kazançlardan ücretin kalan kısmının ödenebileceğini açıkladı.

Zara ve Diğer Şehirlerde İsyanların Bastırılması

Zara Kuşatması

Zara Adriyatik kıyısında bir Katolik şehriydi fakat nüfusunun çoğu İtalyan asıllı değil Slav'dı. O zamana kadar Venedik idaresinde bulunan Zara şehri 1183 yılında isyan etmişti. Şehrin bağımsızlığı ve savunması, Papa ve Macaristan Kralı Emerik tarafından garanti edilmişti. Halbuki bu iki garantici de Dördüncü Haçlı Seferi'nin idaresine baş çekmekteydiler. Papa III. Innocentius yazılı bir protesto göndererek Zara'ya hücum edeceklerin aforoz edeceğini bildirdi. Toplanan Haçlı gücüne katılan bazı kişiler bu girişimi uygunsuz bulup katılmamayı tercih ettiler. Fakat toplanan Haçlılar'ın çoğu çok önemli bir hedef olan kutsal toprakların ve Kudüs'ün tekrar ele geçirmek için bunun bir vasıta olduğuna inanıp Zara'ya gitmeyi kabullendiler.

Zara'ya 60 harp gemisi , 50 çıkartma gemisi ve 110 at gemisi ile götürülen Haçlı ordusu, Zara limanının önünde kurulmuş olan zincir ve diğer yüzer engellerin Venedik harp gemileri tarafından etkisizleştirilmesinden sonra, hiç direniş görmeden asker ve harp malzemesi çıkararak şehri zapt etti. O zamanki hukuka göre haklı olarak bu şehri üç gün talan ettiler. Papa III. Innocentius, Haçlı ordusunun bu şekilde Hristiyanlara hücum etmesine çok kızdı; önce Zara'yı zapt eden bütün Haçlılar'ı aforoz ettiyse de, sonra danışmanları tarafından zorlanıp sadece Venedikliler'i aforoz etti. Ama bu aforozda, önceden aforoz edilen İtalyan şehirlerinde olduğu gibi neticesiz kaldı.

Haçlı Ordusu'nun İstanbul'a Yönelişi

Bu seferden sonra Bizans tacında hak iddia eden II. İsaakios'un genç oğlu IV. Aleksios, Haçlı komuta heyetine ve özellikle Haçlı Ordusu komutanı Bonifacio'ye, eğer Haçlı güçleri İstanbul'a gelir ve orada tahtı gasp eden amcası III. Aleksios'un yerine kendisini imparator yaparlarsa, Haçlı güçlerine büyük katkılar yapacağına inandırdı. Aleksios'un vaatleri şunlardı:

Venedik'e borç olarak kalan ücretin kalanı Bizans hazinesinden karşılanacaktı.

Haçlı güçlerinin İstanbul'dan Mısır'a gemilerle nakledilmesi Bizans tarafından finanse edilecekti.

Haçlı kuvvetlerine ekten 10.000 Bizanslı asker sağlanacaktı.

Sonradan zapt edilecek kutsal toprakları korumak için, Bizans İmparatorluğu 500 şövalyeyi devamlı finanse edecekti.

Papalık'tan ayrılmış olan Ortodoks Kilisesi'ni Roma'daki Katolik Kilisesi'ne bağlayacaktı.

Birçok dindar Katolik Haçlı ve özellikle Papa III. Innocentius için bu son şart çok uygun görülmüştü. Bu şekilde İstanbul'u ve Bizanslılar'ı tek bir Hristiyan kilisesi içinde ve Papa'nın liderliği altında toplamak, kutsal Kudüs'u yeniden almak kadar çekici görülüyordu.

Bunun yanında İstanbul'un bir servet yatağı olduğu Batı Avrupa'da ve özellikle önceki Haçlı seferlerinden dönenler tarafından, yıllarca masal gibi söylenip gitmişti. Her Orta Çağ ordusu mensubu gibi İstanbul'u bir ordu ile almak ve hukuken kabul edilen üç günlük talan izni, bir Haçlı askeri için inanılmaz çok ganimet toplamak ile bir anlama gelmekteydi.

Nisan'da Haçlı ordusunu taşıyan donanma Zara'dan ayrıldı; Dıraç limanı ve Korfu adasına uğradıktan sonra bu büyük donanma 24 Haziran 1203'te İstanbul şehri önünde Boğaz ağzında demir attı. Bizans İmparatoru III. Aleksios, bu donanmanın yakında geleceğinden haberi vardı; ama bu tehdidi karşılayacak askerî güç, özellikle deniz gücü, elinde bulunmuyordu. Önceki imparator olan kardeşi II. İsaakios, Bizans'in gemi yapımı ve bakımı kontratını 16 yıl önce bir ihale sonucu Venedikliler'in eline bırakmıştı ve kayın biraderi olan Bizans donanma komutanı amiral de donanmanın elinde bulunan çımaları, yelkenleri ve halatları ihale ile satmıştı. Böylece Bizans donanması hiç donanımsız birkaç tekneye dönüşmüştü.

Haçlı Ordusunun İstanbul'a İlk Hücumu

İstanbul'a gelen Venedik gemilerinden oluşan büyük Venedik/Haçlı donanması o zaman İstanbul'un limanı olan Haliç'e giremedi. Çünkü Haliç'in ağzına 500 metre uzunlukta büyük ve ağır bir zincir çekilmişti. Bu nedenle Venedik/Haçlı donanması önce Anadolu yakasında o zaman Kadıköy'de bulunan bir saray önünde demirleyip etraftaki tarla, bostan ve bahçeleri yağmalayarak yiyecek ve içecek tedariki yaptı. Ufak bir Bizans süvari birliği burada Haçlılara hücum ettiyse de hemen geri püskürtüldü. Buraya Bizans İmparatoru III. Aleksios'un gönderdiği elçi de iyi karşılanmadı. Eğer III. Aleksios, yeğeni yerine tahttan feragat ederse kendinin affedilip iyi muamele göreceğini, eğer feragat etmezse, bir daha elçi ve mesaj göndermemesi; kendini ve şehrini savunmaya hazırlaması istendiği bildirildi.

5 Temmuz'da bütün Haçlı birlikleri ve donanması Avrupa yakasında, Galata'nın hemen yakınına bir ordugah kurdu. O zaman Galata bir ticaret merkezi olduğu için surları bulunmuyordu. Galata yakasında büyük ve yuvarlak, kule şeklinde bir kale vardı ve Haliç'i gemilere kapayan zincirin bir ucu bu kuleye girip oradan büyük makaralarla indirilip yükseltiliyordu. Bu kaleyi savunmak için büyük bir Bizans birliği bulunmaktaydı ve bu birliğe moral sağlamak için III. Aleksios şahsen bu kulenin etrafının ve içinin savunmasının komutasını üzerine almıştı. Fakat Haçlıların ağır zırhlı süvari birlikleri hücuma geçince kulenin etrafındaki Bizans birlikleri başlarında imparator olmak üzere hemen kaçmaya koyuldular ve kule içindeki güçlerin direnişi de ancak 24 saat sürdü. Böylece Haliç'i kapatan zincirin bir tarafını eline geçiren Haçlılar zinciri denize indirdiler ve Haliç'e girişi açtılar. Böylece büyük Venedik donanması İstanbul'un limanı olan Haliç'e girmeyi başarmış oldu.

Bizanslılar şehirlerini savunmaya kararlıydılar. Karaya bakan surlar çok korunaklı olup Barbar kavimlerin, Araplar'ın ve Bulgarlar'ın kuşatmalarına karşı yüzyıllarca başarı ile savunulmuştu. Ancak Haliç kıyısındaki surlar daha alçak, daha dar ve bu nedenlerle daha az korunaklıydı. Buna rağmen Bizanslı savunucu güçler bu surları da savunmaya hazırdılar. Haçlılar, Haliç surlarının daha az korunaklı olduğunu ve özellikle şehrin kuzey batı köşesindeki Tekfur Sarayı civarında kara surları ile Haliç surlarının birleştiği kavisin zayıf olduğunu iyi bilmekteydiler.

17 Temmuz 1203 günü Haçlı Latinler karadan ve Venedikliler denizden Haliç surlarına, özellikle de bu surların en zayıf kısmına karşı büyük bir hücum başlattılar. Venedik gemileri mancınık ve atacakları taşlarla dolu bulunuyordu. Gemi direkleri arasına çekilen halatlara surlara ve kulelere çıkmak için merdivenler ve platformlar bağlanmıştı. Gemiler sahilde hemen karaya oturacak kadar yaklaştırılıp alçak boyda olan surları ve sur kulelerini mancınıklarla bombardıman edip platformlar ve merdivenlerle gemilerden hemen sur üstüne çıkmak imkânı bulunuyordu. Venedik Dükü Enrico Dandolo idaresindeki Venedikli deniz güçleri başarı ile surları ve sur kulelerini ellerine geçirmeye başladılar. O günün sonunda Dandolo müttefiki olan Haçlı komuta heyetine verdiği raporda 25 sur kulesinin Venedikliler'in eline geçtiğini; Venedikli denizcilerin surlarda açılan gediklerden şehrin kuzey batısına girdiğini ve civardaki tahta evlerden oluşan şehir mahallelerinin hepsinin ateşe verdiğini, yangının devam ettiğini bildirdi.

Birinci Hücumun Sonuçları

İlk hücum esnasında Venedikliler, zayıf Haliç surlarını aşıp İstanbul'un kuzeybatı mahallerini yaktılar. Bu yangının sonucunda yaklaşık 20.000 Bizanslı evsiz kaldı. Gene ilk hücum esnasında III. Aleksios, San Romanus Kapısı'ndan çıkarak bir huruç hücumuna geçti. Fakat imparatorun aciz komutanlığı nedeniyle Bizans kuvvetleri bozguna uğradı ve şehre çekildi. Saray mensupları, Aleksios'u yeni bir hücuma zorladılar. Aleksios, yeni bir hücuma komuta etmeyi kabul etse de 17 Temmuz gecesi gizlice ufak bir gemiye binerek Trakya'ya kaçtı. Kaçarken yanında Eirene isimli kızı ve hazinede bulunan 500 kilo altın vardı. Böylece Aleksios, kuzeybatı mahallesindeki yangın esnasında diğer iki kızını ile karısını kaybettiği ve büyük bir tehdit altındaki başkentten kurtulmuştu.

Angelos kaçınca Bizans başsız kaldı. Alelacele toplanan konseyde II. İsaakios'un zindandan çıkartılması ve tahta oturtulmasına karar verildi. II. İsaakios'un gözleri görmüyordu; Bizans hukukuna göre körler imparator olamazdı ama İsaakios meşru imparatordu. Bizans'ın ileri gelenleri, İsaakios'u tekrar imparator yapmakla Haçlılar'ın kuşatmayı kaldırmak için öne sürdükleri tek şart olan yani II. İsaakios'un tekrar imparator olması şartını karşıladıklarını sanmaktaydılar. Ayrıca Haçlılar'a yardım eden ve onlarla beraber gelen İsaakios'un oğlunun da, IV. Aleksios adıyla ortak imparator yapmaları gerekti. Nitekim 1 Ağustos 1203'te II. İsakios ile IV. Aleksios taç giydi ve ülkenin idaresini ellerine aldılar.

Meşru hükümdarların tahta geçmesini şart koşan Venedikliler ve Latinler bu gerçeği kabul ederek hücumlarını durdurup, şehrin içinde girdikleri yerlerden çıkıp Haliç'in karşı yakasında Galata dışında bir ordugaha çekildiler. Burada IV. Aleksios'un verdiği sözleri yerine getirmesi için beklemeye koyuldular.

IV. Aleksios, vaatlerini yerine getirmek için finans kaynaklarına ihtiyaç duyuyordu. Amcasının yaptığı aşırı israflı harcamalarla devlet hazinesi boşalmıştı. Bu yüzden yeni vergilerin konulması ve eski vergilerin yükseltilmesi gerekliydi. Bizans halkı, bu vergilerin doğrudan düşman olarak gördükleri Venedikliler'e ve Haçlılar'a gideceğini bildiği için açıkça duyduğu kızgınlığı göstermeye başladı. Bunun dışında başka bir finans kaynağı ise, kilise ve manastırlardaki kıymetli metallerden yapılmış olan vaftiz kaplarının müsadere edilip eritilmesi ile elde edilen kıymetli metallerdi. Bu durum İstanbul'da çok nüfuzlu olan papazları ve keşişleri imparatora açıkça düşmanlığa yöneltti. Aleksios'un başka bir vaadi olan Ortodoks Kilisesi'nin, Katolik Kilisesi'ne bağlanmasıydı. Bu var çok büyük bir şikâyet konusu olmuştu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi medeniyet görmemiş Haçlılar ve Venedikliler'in küçük gruplar hâlinde İstanbul'u ziyaret etmeleri ve bu ziyaretler esnasındaki tutumları hem halkın kendilerine düşman olmasına hem de maddi zarara yol açıyordu.

Bir gece, bir grup Haçlı Aya İrini Kilisesi'nin hemen arkasında bulunan küçük bir Arap mahallesini görünce mahalleye girdiler. Mahalledeki küçük bir mescidi görünce sinirlenip hem mescidi hem de mahalleyi yakıp yıktılar. Söndürülemeyen yangın şehrin diğer mahallelerine yayıldı. Bu ikinci büyük yangınla şehrin önemli mahalleleri harap oldu ve imparator Julianus zamanından beri görülmeyen yüksek bir yangın zararı ortaya çıktı. IV. Aleksios, Trakya'ya kaçan ve orada Bizans direnişini organize eden amcası III. Aleksios'a karşı giriştiği başarısız bir harekâttan döndüğünde, başkentini yangından harap bir halde ve halkının Haçlılara karşı savaşmaya hazır bir halde olduğunu gördü.

Birkaç gün sonra zaten çok müşkül olan durum, daha da güçleşti. Üç Haçlı ve üç Venedikli'den oluşan bir heyet IV. Aleksios'un huzuruna çıkarak kendilerine Zara'da vadeliden meblağların hemen karşılanmasını istediler. İmparatorun bu ödemeyi yapmaya hiçbir imkânı bulunmamaktaydı ve ödeme yapamayacağını heyete bildirdi. Bu görüşmede bulunun hiç kimsenin, sonucun yeni bir savaş olacağına dair şüphesi kalmamıştı. Genel olarak ne Bizanslılar ne de Haçlılar yeni bir savaş istemekteydiler. Bizanslılar bu garip kılıklı, acayip tavırlı ve kendilerinin dini inançlarına çok az benzeyen garip Haçlılar'ın, şehirlerinin yakınlarından ayrılıp gitmelerini istemekteydi. Haçlılar ise bu sefere dinî nedenlerle katılmışlardı ve hemen Mısır'a oradan da Küdüs'e gitmek istiyorlardı.

Ancak Venedikliler ve Venedik Dükü Enrico Dandolo daha değişik ve ayrı hedefler peşindeydi. Eğer bir savaş isteği olmasaydı; Venedik donanmasına emir verip geri dönebilirdi. Ama kendisine verilecek meblağın tamamlanması için Bizans ödemelerini beklediğinden donanması ile geri dönmemişti. Bizanslıların bu ödemeyi yapma imkânları olmadığı gittikçe açığa çıkmaya başlayınca Venedik Dükü Dandolo, mevcut Bizans imparatorlarının kaypak olduklarını ve sözlerini tutacak kişiler olmadıklarını, şehri zapt ederek onları tahttan indirmenin ve Venedik'e olan eski borçlarla vadedilmiş olan yeni gemilerin bulunması için gereken ödemeleri yapacak başka bir imparatoru tahta geçirip Haçlılar'ın ana hedeflerine yönelmelerini sağlamanın her Haçlı için bir dinsel gereklilik olduğunu iddia etmeye başladı. Esasındaysa Dandolo için ne Kudüs'e gitmek ne de nakliye borçlarının tahsil edilmesi önemliydi. Dandolo için önemli olan Bizans İmparatorluğu'nun yıkılması ve yerine Venedik menfaatlerinden başka bir hedefi olmayan yeni bir devletin kurulması önemliydi.

İstanbul halkı da bir bakıma Haçlılar'a aynı fikirdeydi; II. İsaakios ve IV. Aleksios'un hemen tahtan indirilmeleri gerekiyordu. Bunun için 25 Ocak 1204'te Ayasofya'da senatörler, din adamları ve halk temsilcilerinin katılımıyla büyük bir toplantı yapıldı ve toplantı üç gün sürdü. Toplantı sonunda IV. Aleksios ve babası tahttan indirildi. Konsey, onların yerine imparator olarak yüksek bir saray memuru olan Nikolaos Kanabos'u imparator olarak seçti.

Haçlı Ordusu'nun İstanbul'a İkinci Hücumu ve Şehrin Zaptedilişi

IV. Aleksios'a herkes muhalefetti. Bunların arasında sarayda önemli bir mevki sahibi olan ve kalın, birbiriyle birleşik kaşları dolayısıyla Murtzuphlos lakabı verilmiş olan Aleksios Dukas, 21 Ocak 1204'te saraya girerek eski imparator IV. Aleksios'u uykusundan kaldırıp; yüzünü uzun bir pelerinle örtüp saraydan kaçırdı. Genç imparatoru zindana koydurdu; birkaç başarısız kalan katil denemesinden sonra, onun bir yay kirişi ile boğulup öldürülmesini sağladı. Aleksios Dukas, kendini V. Aleksios adıyla İmparator ilan etti. İsakios ise oğlunun akıbetine çok üzülüp oğlunun ölümünden sonra fazla yaşamadı. V. Aleksios şehrin savunması için ciddi önlemler almaya başladı. Haçlılar'ın gelişinden beridir ilk defa olarak şehir duvarları ve kulelerinde sabah akşam 24 saat nöbet usulü uygulanmaya başlandı. Duvarların pekiştirilmesi ve bazı yerlerde yükseltilmesi işi bir sürü işçinin gece gündüz emekleriyle başarıldı.

Venedikliler ve Haçlılar, güya kendilerini buraya davet eden ve meşru imparator olarak gördükleri IV. Aleksios'un tahttan indirilip öldürülmesine çok kızdılar. Mart ayı başlarında Haçlı Seferi idarecileri aralarında bir sürü toplantılar yaparak şehri zapt edildikten sonra ne yapacaklarına dair bir dizi kararlar aldılar. Venedikliler ve Haçlılar altışar delege seçip bir imparator seçim kurulu kurulmasını önerdiler. Haçlılar arasından seçilecek olan imparatora şehrin (eski ve yeni saraylarını da içine alan) dörtte birinin idaresi verilecekti. Şehrin kalan dörtte üçünün yarısı Venedik idaresine verilecek ve diğer yarısı da Haçlılar'ın idaresi altında olacaktı. Haçlılar yeni imparatora bağlılık yemini verecekler ama Venedikliler imparatora bağlılık yemini vermeyecekti. Şehirde yağma edilen her şey önce ortak olarak bir merkezi yerde toplanıp buradan herkese eşit olarak dağıtılacaktı. En son şart olarak bu kuşatmaya katılan her taraf Mart 1205'e kadar (bir yıl) istila edilen şehirden ayrılmayacaktı.

Bu arada Haçlılar, reddedileceğini bildikleri bir ültimatom gönderip öldürülmüş olan eski imparator IV. Aleksios'un kendilerine vermiş olduğu vaatlerin tümünün hemen yerine getirilmesini istediler. Ama yeni Bizans imparator Murtzuphos'un bunları ret edeceğinden emin oldukları için şehre tekrar ikinci bir hücum yapmak için tedbirler aldılar.

9 Nisan günü Venedikliler ve Haçlılar surlara karşı, yine Haliç'in kuzeyinden ağırlıklı bir hücuma başladılar. Dokuz ay önce Venedikliler'in gemi direkleri üzerine çıkıp Haliç surlarını aşma başarıları bu sefer mümkün olmadı. Yükseltilen duvarlar ve duvarlardaki savunma güçleriyle silahları dokuz ay önceki eski başarının yenilenmesine engel oldu. Bizanslılar, büyük mancınık tipli makinelerle attıkları taşlarla diğer taraftaki yüksek tahta kuleler şeklinde hücum makinelerini yıkmayı başardılar. Çıkan sert bir güney rüzgârı Venedik gemilerinin Haliç surlarını aşmak için surlara yanaşmalarına engel oldu. O akşam Haçlılar ve Venedikliler geri çekilmek zorunda kaldılar.

Venedikliler ve Haçlılar, iki günlük yeni bir hazırlıktan sonra tekrar hücuma geçtiler. Bu sırada Haçlı ordusunun moralini kuvvetlendirmek için Katolik papazlar da Haçlılar'ın Ortodokslar'a karşı yaptıkları hücumları aklamak için bir bildiri yayınladılar. Buna göre İstanbul'a yapılan hücumun dinsel ahlak bakımından iki uygun yönü bulunmaktaydı. Birincisine göre Bizanslılar hain ve katil olup kutsal kilisede taçlandırılmış meşru hükümdarları olan IV. Aleksios'u öldürmüşlerdi. İkincisine göre Bizanslılar'ın Katolik Papa ve Katolik Kilisesi aleyhtarlığı "Bizanslılar'ın, Yahudiler'den daha beter" doğru dinden ayrıldıklarını göstermekteydi. Böylece materyal ve moral bakımından ordularını pekiştiren Haçlılar ve Venedikliler 11 Nisan'da tekrar bir hücuma başladılar.

Bu sefer Venedik gemileri ikişer ikişer birbirlerine bağlanarak daha fazla ağırlıkla Haliç surlarına çıkmayı denediler. Çıkan kuvvetli kuzey rüzgârı da buna yardımcı oldu. Çok geçmeden iki kule Venedikliler'in ve Haçlılar'ın eline geçti. Şehrin bir kapısıda kırılınca Haçlı askerleri şehre girip şehrin kuzeyindeki sokaklara yayılmaya ve ahaliyi evlerinde öldürmeye başladılar. Bir grup Haçlı o akşam şehrin kuzeyinde büyük bir yangın çıkardı. Bu yangın Haçlılar'ın şehirde çıkardığı üçüncü büyük yangın oluyordu. Bu seferin tarihini yazan Villeharoudin'e göre bu yangınlarda "Yanan ev sayısı Fransa Krallığı'nın en büyük üç şehrinde bulunan tüm evlerin sayısından da daha fazlaydı." 

İmparatorun muhafızları çok kahramanca bir sokak savunması yaptı. Şehrin kuzeybatısını zapt eden Haçlılar, o akşam için ateşkes ilan ettiler. Ama yangın devam etti. Aynı akşam savunma ümidini büsbütün yitiren V. Aleksios, savunmayı dışarıdan idare etme bahanesiyle karısı Evodosiye ve çocuklarıyla beraber şehirden kaçmayı başardı.

Ertesi gün şehirdeki tüm Bizans direnişi sona erdi. Fakat İstanbul şehri için esas trajedi ve fecaat o gün başladı. Venedikliler ve Haçlılar, o zaman savaş hukukuna göre üç gün şehri talan etme haklarını kullandılar. Şehrin altını üstüne getirerek tüm anıt, bina vb. her şeyi yağmaladılar. Halka da birçok eziyetlerde bulundular.

İstanbul'un, Dördüncü Haçlı Seferi'ne katılan Venedikliler ve Batı Avrupalı Haçlılar tarafından talan edilmesi Batı Avrupalı bir tarih otoritesi tarafından şöyle tasvir edilmiştir:

Latin kökenli askerler Avrupa'nın en büyük şehrini tarif edilemeyecek bir talana giriştiler. Üç günlük talan esnasında yaptıkları katliam, tecavüz ve yağmayla şehri o kadar büyük ölçekli talana uğrattılar ki, Roma'yı ve diğer Batı Roma topraklarını yağmalayan Vandallar ve Gotlar orada olsalardı mutlaka gözlerine inanamayacaklardı. İstanbul, antik dönemden kalma ve Bizans'ın yaptığı eserlerle bir açık hava müzesi hâline gelmişti. Haçlılar, şehirde buldukları bu servetin karşısında afalladılar. Zaten yarı Bizanslı olan Venedikliler ele geçirdikleri servetin çoğunu saklamayı başardılar. Ama Haçlılar (Fransızlar, Flamanlar, Almanlar vb) ele geçirdikleri her şeyi ayrım yapmadan imha ettiler. Bu serveti imhaya ancak iştahlarını şarapla dindirmek, Ortodoks rahibelere tecavüz etmek, Ortodoks papaz ve keşişleri öldürmek için zaman zaman ara verdiler. Katolik Haçlılar, Ortodoks Bizanslılar'a olan nefretlerini gösteren en olağanüstü tutumlarını zamanın en önemli ve en harika kilisesi olan Ayasofya'nın kutsallığını kirletmekle gösterdiler. Katedralde bulunan tüm gümüşten ikonlar ve tablolarla beraber katedraldeki tüm kutsal kitapları katedralin içinde yakıp imha ettiler. Ayasofya'nın gümüş vaftiz ve ayin kaplarını şarap kadehi olarak kullanırken katedraldeki patrik tahtına bir hayat kadını geçirerek ona şarkı söylettiler ve şarkıları bir konser varmış gibi dinlediler. Haçlılar, 200 yıl önce Ortodoks Kilisesi'nin, Katolik Kilisesi'nden ayrılmasının öcünü aldıkları gibi hiçbir vicdan azabı ve pişmanlık duymadan halkı katlettiler. Bizanslılar, şehri Haçlılar değil de Selçuklu Türkleri ele geçirseydi Haçlılar kadar gaddar olamayacaklarına kendilerini inandırdılar. Bunların yanında zaten çökmekte olan Bizans'ın başkenti Haçlılar tarafından zapt edilmesi Bizans'ın politik bakımdan daha beter çökmesine neden oldu. Bu durum Türkler'in ileride şehri fethetmesini kolaylaştırdı. Böylece Müslümanlar'a yönelik düzenlenen bu sefer, ileride Müslümanlar'ın kazanacağı büyük bir zafere katkı yaptı.(Vryonis, Byzantium and Europe, p. 152). 

Şehrin yağmalanması esnasında antik çağlardan kalma birçok Grek ve Roma eseri ya çalındı ya da tahrip edildi. Çok sayıda yazma kitaba ev sahipliği yapan İstanbul Kütüphanesi tamamen tahrip edildi ve içindeki eserler kayboldu. Güya Katolik Hristiyan olarak Katolik Kilisesi ileri gelenlerine ve Papa'ya hiçbir Hristiyan tapınağına zarar vermeyeceklerine, aksi takdirde aforoz edilmek durumunda olacaklarına dahil yeminler veren Haçlılar, ayrım yapmadan şehirdeki tüm tapınakların kutsallıklarını kirlettiler, tahrip ettiler ve içindekileri çalıp çırptılar. Bizanslı tarihçi Nikitas Honiatis'e göre Ayasofya Kilisesi'ni talan etmek için kilisenin en kutsal köşelerine kadar bir sürü katır ve eşek sokulmuş, çalınan kutsal eşyalar bu katır ve eşeklerle Haçlı ordugahlarına taşınmıştır. Bu sırada gayet sarhoş olan Haçlı askerler Ayasofya'daki Ortodoks Patriği'nin özel tahtına bir hayat kadınını oturtmuşlar ve alay olsun diye onun dini vaizlerini dinlemişlerdir.

İstanbul'un talan ettikten sonra Haçlılar ve Venediklier merkezi bir yerde toplandılar. Talan edilen eşyaların değeri 300.000 gümüş marka denk geldi. Bunun 150.000 markı Venedikliler'e borç ödemesi olarak verildi. 50.000 mark Haçlı ordusuna bırakıldı. Geri kalan 100.000 mark eşit olarak Haçlılar ve Venedikliler arasında bölüştürüldü. Fakat otoriter yazarla, Haçlılar'ın 500.000 gümüş markı buraya getirmediklerini ve muhafazakâr bir tahminle talan edilenlerin değerinin 900.000 gümüş markı geçtiğini bildirirler.

Haçlılar'ın bu utandırıcı hareketlerini biraz olsun hafifletmek için Batılı tarihçiler Roma'da bulunan Papa III. Innocentius'in bundan utanç duyduğunu ve Haçlılar'a çok güçlü bir azarlama şeklinde bir bildiri yayınladığını açıklarlar. Ama daha önce Papa'nın gönderdiği aforoz tehditlerine rağmen hiçbir Haçlı komutanı veya askeri Papa tarafından ne aforoz edilmiştir ne de açıkça dinsel olarak telin edilmiştir.

Yağmalanan eşyaların bir kısmı zaman içinde kaybolurken bir kısmı da Venedik, Vatikan ve diğer büyük dini merkezler de koruma altına alındı. Hipodrom'daki heykeller, azizlerin kemikleri, İsa'ya ait olduğuna inanılan ve bugün Torino'da olan kefen ile Venedik'teki San Marko Meydanı'ndaki kilisede muhafaza edilen dört adet at heykeli de gidenler arasındaydı.

Sonuç olarak bu sefer amacından saparak Kudüs yerine İstanbul'a yapıldı. Bunun sonucunda Bizans İmparatorluğu yıkıldı ve yerine Latin İmparatorluğu kuruldu.

Haçlılar, kuşatma öncesinde hazırlayıp imzaladıkları anlaşmaya sadık kalarak İstanbul'u Venedikliler ile bölüştüler. İstanbul'da Romania adını verdikleri bir Latin İmparatorluğu kurdular. Ama birçok Haçlı'nın beklediği gibi Latin İmparatorluğu tahtına Bonifacio geçmedi. Çünkü Venedikliler, Bonifacio'nin Bizans'la olan köklü bağlarını, özellikle erkek kardeşi Montferrat'lı Ranier'in, 1170'li ve 1180'li yıllarda Bizans'ta imparatoriçelik yapmış olan Maria Komena ile yapmış olduğu evlilik büyük bir dezavantaj olarak görüldü. Nitekim Bonifacio'nin yerine Flandra'lı Bouduin, Konstantinopolis'li Bouduin olarak tahta çıkarıldı.

Bonifacio, Balkanlar'da kendisine verilen büyük bir bölgesel Selanik Krallığı'nı kurdu ve bu krallık Latin İmparatorluğu'nun bir kolu olarak kabul edildi. Venedikliler ise Ege Denizi'nde bir Adalar Dükalığı kurdular.

İstanbul'dan kaçan Bizans soyluları bazı Ardıl Bizans Devletleri kurdular. Bunların en önemlileri III. Aleksios'un yakın bir akrabası olan Theodoros Laskaris tarafından kurulan İznik İmparatorluğu, Trabzon İmparatorluğu ve Epir Despotluğu'dur.

Bizans'ın parçalanışı ve Latin İmparatorluğu

İstanbul'un 1204'te zapt edilmesinden sonra, Doğu Roma olma prensiplerine uygun olarak İstanbul'da "Imperium Romanıae" Latince adıyla Latin İmparatorluğu kuruldu. Bu imparatorluk sözde Doğu Roma prensiplerine uygun olsa da halkın Ortodoks Kilisesi'ne bağlı olduğu yerde devlet Katolik Kilisesi'ne bağlıydı.

Hem Haçlılar hem de şehir halkı Latin imparatorunun I. Bonifacio del Monferrato olacağı beklenmekteydi. Fakat onun imparator olması Venedik tarafından veto edildi. Buna açık neden Bonifacio'nin elimine edilen eski Bizans İmparatorluğu ile pek çok şahsi bağlantısı olup kendisine imparatorluk mevkisi verilirse kendini eski imparatorluğun meşru hükümdarı olarak ilan edebileceğiydi. Fakat Venedikliler, Bonifacio imparator olursa Venedik'in yeni Latin İmparatorluğu üzerindeki etkisini kısıtlayıcığından ve Venedik'in eline geçirdiği çok geniş ve yaygın arazilerin geri verilmesini isteyeceğinden korkmaktaydılar. Bu Venedik vetosundan dolayı Latin imparatoru olarak Flandralı I. Baudouin imparator olarak seçildi.

Bonifacio ise Selanik Krallığı adı verilen bir Latin krallığı kurdu. Ayrıca Girit'te de epeyce büyük bir arazi emrine verildi; ama sonradan Bonifacio Girit'i Venedikliler'e sattı.

Bu seferden en kazançlı çıkan Venedikliler oldu ve Akdeniz'in önemli adaları gemilerinin nakliye ücreti karşılığı Venedikliler'e verildi.

Dördüncü Haçlı Seferi sonuçlarının değerlendirilmesi

Konstantinopolis'te kurulan Latin İmparatorluğu fazla yaşamadı (1204-1261). 1261 yılında Bulgarların ve İznik'e kaçan Bizanslılar'ın hücumları sonucu yıkıldı. İznik İmparatoru VIII. Mihail tekrar İstanbul'a gelerek Bizans İmparatoru oldu. Dördüncü Haçlı Seferi'nin değerlendirilmesinde en son sözleri 20. yüzyılda Venedik ve Bizans tarihlerini yazmış olan modern İngiliz tarihçisi John Julius Norwich'in Bizans tarihi ilgili kitabında verilen şu değerlendirme ile bitirmek uygun görünmektedir:

Dünya olaylarının çok geniş içeriğinde .. Dördüncü Haçlı Seferi.. büyük bir felaket olarak görünmektedir. ... Bu demek değildir ki bu sefer, genel Haçlı Seferleri kavramının bir kötü ün kazanmasına neden olmuştur. Bir önceki yüzyılda birbirini takip eden seferler zaten Hristiyanlık tarihindeki en kara sayfalar oluşturmuştu. Fakat Dördüncü Haçlı Seferi (eğer Haçlı seferi demek kabilse) daha önceki Haçlı seferlerine kıyasla imansızlık ve ikiyüzlülük ve vahşilik ve açgözlülük bakımından önceki seferlerden kat kat üstünde olmuştur. ... İstanbul'un talan edilmesi, 5. yüzyılda Roma'nın barbar kavimler tarafından yağmalanmasından, 7. yüzyılda İskenderiye kütüphanesinin ve kitaplarının... yakılmasından, bütün dünya için daha çok felaketli olan bir kayıp ortaya çıkarmıştır... Haç sancağı altında savaşan bu adamlara... nakliyat sağlayan ve kendilerine ilham ve moral veren ve onları cesaretlendiren ve onların başını çeken en sonunda Enrico Dandolo'dur. Bu kişi bunları Venedik Cumhuriyeti adına yapmıştır ve bu trajediden en mühim kârlı parsayı toplayan Venedik olmuştur. Bu nedenle bütün dünya için bu büyük kargaşalık, felaket ve yıkımı ortaya çıkarmanın mesulleri Venedik ve onun kör, ihtiyar düküdür.

16 Şubat 2022

II.Haçlı Seferi

 İkinci Haçlı seferi, 1147-1149 yılları arasında gerçekleşti. Musul Atabeyi I. İmâdüddin Zengî'nin 1144 yılında Urfa'yı ele geçirerek bir Haçlı devleti olan Urfa Kontluğu'na son vermesi üzerine Haçlılar Avrupa'dan yardım istediler. Almanya İmparatoru III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Louis, ordularının başına geçerek İkinci Haçlı Seferi'ni başlattılar ve Anadolu'ya girdiler.

Ancak, Anadolu Selçuklu sultanı I. Rükneddin Mesud ve Halep Atabeyi Nûreddin Mahmud Zengî başta olmak üzere her yerde Türk ordularının direnci ile karşılaştılar. Sonuçta çok küçük bir birlik ile Kudüs'e ulaştılar. Birinci Haçlı seferi sırasında kurulmuş bir Haçlı devleti olan Kudüs Krallığı'ndaki Hristiyanlarla birleşerek Suriye'yi ele geçirmek istediler. Bu girişim başarılı olamayınca ülkelerine döndüler. İkinci Haçlı seferi ilkinin aksine Haçlılar açısından tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Urfa Kontluğu mücadeleleri ve Selçuklular eline geçmesi

Birinci Haçlı Seferi ve onu takip eden 1101 yılı seferleri Yakın Doğu'da 3 Haçlı devletinin kurulması ile sonuçlanmıştı: Kudüs Krallığı, Antakya Prensliği ve Urfa Kontluğu. 1104'te bir dördüncü Haçlı devleti Trablus Kontluğu bunlara eklendi. Bunlardan Urfa Kontluğu en düşük Frank Hristiyan nüfuslu idi; Haçlı devletlerinin en zayıf olanıydı ve etrafta bulunan Türk beylikleri ve devletleri Artuklular, Danişmendliler ve Anadolu Selçukluları tarafından devamlı tehdit altında idi. Mayıs 1104'te Mardin'deki Türk emiri Artuklu Sökmen Bey ile Musul Emiri Jekermiş orduları ile Kudüs Kralı I. Baudouin'in kuzeni olan ve o zaman Urfa Kontu olmuş bulunan (sonra Kudüs Kralı olacak) Baudouin Bourglu komutasındaki Urfa Kontluğu güçleri arasında yapılan Harran Muharebesi sonucunda Hristiyanlar büyük bir mağlubiyete uğratıldı. Urfa Kontu (ve sonradan Kudüs Kralı olacak) Baudouin Bourglu ve (gelecekte Urfa Kontu olacak) Joselin de Courtenay esir düştüler. Bundan biraz sonra Antakya Prensi Godfrey Boemondo ve kuzeni Tancred bir kervana hücum ettiler ve bu kervana dahil olan Jekermiş'in bir gözdesini ele geçirdiler. Musul Emiri Jekermiş bu gözde cariyeyi ya para karşılığı ya da Baudouin Bourg'lu ve Joselin ile takas ile geri almak teklif etti. Antakya Prensi para almayı tercih edip Urfa Kontu'nu esir kalmasına razı oldu. Onlar esirken Tancred Urfa'yi eline geçirdi ve Jekermiş ile anlaşarak Baudouin Bourglu'nun yine esir kalmasını sağladı.
Fakat 1107'de Musul'da yapılan bir darbe ile Jekermiş öldürüldü ve yerine Musul emiri olarak Javali adlı bir Türk geçti. Javali Baudouin Bourglu'yu serbest bıraktı ve onunla karşılıklı askeri yardım için bir anlaşma yaptı. Baudouin Bourglu Antakya'ya gidip orada Tancerdi ile görüşüp Urfa'nın kendisine teslimini istedi. Tancerdi çok misafirperver davranmakla beraber Urfa'yı bırakmaya razı olmadı. Tancerdi ve Baudouin Bourglunun askerleri arasında bazı çarpışmalar yapıldı; ama yine de birbirleri ile görüşmeye devam ettiler. Sonunda Antakya Patriğinin başkanlığında papazlardan oluşan bir komisyon kuruldu. Bu arada Antakya Prensi Boemondo'da da yeğeni Tancred'e Urfa'yı bırakmasını tavsiye etmişti. Antakya Patriği ve komisyonu Baudouin Bourg'lu lehinde karar verdi ve Tancred Urfa'yı bırakmak zorunda kaldı. Baudouin Bourg'lu tekrar Urfa'da Urfa Kontu olarak hükümdarlığa başladı. Baudouin Bourg'lu kendini serbest bırakan ve müttefiklik anlaşması imzaladığı Musul Emiri Javali'nin isteklerine yerine getirerek ülkesindeki Müslüman esirleri serbest bıraktı ve bu esirlere ve İslam dinine açıkça hakarette bulunan bazı Hristiyan papazları da idam ettirdi.
Serbest bırakılan Baudouin Bourglu ve Joselin de Courtnay 1122'de Müslümanlarla ikinci bir muharebeden sonra ikinci defa yine esir düştüler. 1125'te ise yapılan Azez Muharebesi'ni kazanan I. Joselin Urfa Kontluğu'nu yeniden kurdu ve Urfa Kontu I. Joselin unvanını aldı. Ama 1131'de Urfa Kontu olan I. Joselin bir başka muharebede ölü düştü.
Buna karşılık Selçuklu Musul Atabeyi olan I. İmâdüddin Zengî 1128'de Halepi eline geçirdi. Halep, Musul ve Şam Selçuklu emirleri arasında bir mücadele odağı idi. Bundan sonra I. İmâdüddin Zengî gözünü Şam üzerine dikti. Ayni zamanda Kudüs Kralı olan II. Baudouin (Baudouin Bourglu) Şam'ı eline geçirmek istemekteydi.
1129'da II. Baudouin Şam önünde Zengi güçlerine yenildi. Şam Emiri naibi olan Muinüddin Üner, I. İmâdüddin Zengî aleyhine Haçlı Kudüs Kralı Foulques'tan yardım istedi ve I. İmâdüddin Zengî 1139'da ve 1140'ta Şam'i kuşattı.
I. Joselin yerine Urfa Kontu olan oğlu II. Joselin kendine müttefik aramaya başladı. Bizans İmparatoru II. İoannis ile bir ittifaka girdi. Fakat 1143 yılında hem Bizans İmparatoru hem de Kudüs Kralı Foulques öldüler.
Ayni yıl II. Joselin, hem Haçlı Antakya Prensi ve hem de Haçlı Trablus Kontu ile mücadeleye girişti. Böylece Urfa Kontluğu hiç müttefiksiz kaldı.

Papa III. Eugenius'un fermanı

Urfa'nın düşmesi haberi Avrupa'ya Kudüs'ten dönen Hristiyan hacılar tarafından 1145 başlarında erişti ve sonradan Antakya Prensliği, Kudüs Krallığı ve Kilikya Ermeni Krallığı elçileri de Papa III. Eugenius'a bu haberi resmen ulaştırdılar. Papa III. Eugenius bir şehirli isyanı ile Roma'dan atılmıştı ve Viterbo'ya yerleşmişti. Jabala Başpiskoposu Hugh bu haberi ve Papa III. Eugenius'a verdi. Hugh Papa'ya eğer yeni bir Haçlı Seferi yapılırsa Yakın Doğu'da kurulu Haçlı devletlerinin üzerinde bulunan Türk tehdidini ortadan kalkacağını kabul ettirdi. Papa 1 Aralık'ta Quantum praedecessores adında bir ferman yayınladı ve bu fermanla Hristiyanları bir İkinci Haçlı Seferi'ne katılmaya çağırdı.
Bu yeni Haçlı Seferi'nin bir öncekinden daha iyi organize edileceği ve tek merkezden kontrol edileceği de açıklandı. Bu plana göre Haçlı ordusu Papa tarafından kabul edilmiş papaz ve vaizler tarafından toplanacaklar; bu Haçlı ordusu Avrupa'nın en güçlü kralları tarafından komuta edilecek ve Haçlı ordusunun takip edeceği güzergâh kesin olarak önceden planlanacaktı. Bu papa fermanına soylular ve halkın ilk reaksiyonu Haçlı idarecilerinin beklediğinden çok daha fena oldu ve bu fermanın biraz değiştirilmiş bir ikinci verziyonunun Avrupa kiliselerinde tekrar yayınlanması kararlaştırıldı.
Fransa Kralı VII. Louis, Papa'ya daha hiç danışmadan , Kudüs'e gitmek için kardeşi Filip'e verdiği bir yemine uymak istemekteydi ve bu yemine göre Kudüs'e gitmeyi planlamaktaydı. Fakat bunun bir barışçıl hac mı yoksa bir askeri sefer şeklinde mi olacağı kararlaştırılmamıştı. Birçok Fransız soylusu ve yüksek papazlar VII. Louis'in Kudüs'e gitmesine aleyhtardılar. Louis, ünlü Clairvaux manastırının başkeşişi olan Bernard de Clairvaux'a danıştı. Bernard bu danışma haberlerini Papa'ya iletti. Papa bu habere çok memnun oldu. Bu sırada Papa'nın fermanı VII. Louis'nin dikkatine sunuldu ve 1 Mart 1146'da bu ferman tekrar yayınlandı. Papa, Bernard de Clairvaux'u Fransa'da bu haberi yayarak Haçlı asker toplamaya memur papaz olarak atadı.

Clairvaux manastırı başkeşişi Bernard

Papa, Bernard de Clairvaux'u İkinci Haçlı Seferi'ne katılma hakkında vaazlar vermekle memur etti. Aynı zamanda Birinci Haçlı Seferi için Papa II. Urbanos'un yaptığı gibi Haçlı Seferi'ne katılanlara günahlarının daha ölmeden önce çıkartıldığına ait bir "Endüljans Belge"'si verilmesine izin verdiğini ilan etti. 1146'da Vezelay şehrinde bir geleneksel meclis (parlamento) toplandı ve 31 Mart'ta Bernard, bu meclis toplantısında bir vaaz verdi. Bu toplantıda bulunan Fransa Kralı VII. Louis, karısı kraliçe Akitanya düşesi Eleanor ve prensler ve asiller bu sefere katılmaya ant içmek için Bernard'ın ayaklarına kapandılar ve Haçlı Seferi'ne katılan her kişi gibi elbiseleri üzerine takılacak kumaştan kırmızı istavrozlar bu seremoni içinde kendilerine bir şeref işareti gibi takdim edildi. Fransa'da devam eden II. Haçlı Seferi'ne asker alma kampanyasındaki bazı katedral vaazlarına Papa III. Eugenius şahsen iştirak etti. Bundan sonra Bernard de Clairvaux bu Haçlı askeri toplama misyonuna devam etmek için Almanya'ya geçti. Almanya'da gittiği her yerde kendinin yeniden dinî mucizeler yaptığı haberleri ve dedikoduları ortaya çıktı, ülkenin her yanına yayıldı. Bu şekilde çok efektif olan dinsel propaganda hiç şüphesiz Almanya'nın her köşesinden Haçlı Seferi'ne katılmak isteyen dindar kişileri çekti. Bernard de Clairvaux Speyer kentinde o zamanki Kutsal Roma-Germen İmparatoru olan III. Konrad'ı ve ileride imparator olacak kuzeni Friedrich Barbarossa'nın bu İkinci Haçlı Seferi'ne katılmayı kabul etmelerini büyük bir ayinle ilan etti.
Bu koyu Katolik Hristiyan propagandası devam ederken Ren Nehri bölgesinde, Köln, Mainz, Worms ve Speyer şehirlerinde yaşayan Yahudiler, yine Birinci Haçlı Seferi pogromlarında yapıldığı gibi, halktan hücumlara uğradılar ve çok sayıda Yahudi öldürüldü; yaralandı ve evlerinden ocaklarından atıldılar. Katolik tarihçiler Bernard de Clairvaux'un bir Hristiyan bağnazı olmadığını, bu katliam ve pogramlar aleyhinde olduğunu; bunları şahsen kınadığını ve bu pogromlara neden olduğu sanılan Rudolf adlı bir gayet aşırı Katolik Fransız asıllı keşişi şahsen görüp ondan bu hareketlerini durdurmasını istediğini bildirirler.
Haçlı Seferi'nin başlaması
1146 yılında Yarenkeş isimli Frank kökenli hadım bir kölenin Zengi'yi öldürülmesinden sonra II. Joselin Urfa'yı geri almaya teşebbüs etti, ama Kasım 1146'da Nûreddin Mahmud Zengî tarafından yenilgiye uğratıldı.
16 Şubat 1147'de yeni Haçlı seferine katılmak isteyen Fransızlar'ın liderleri Etampes şehrinde toplandılar ve takip edecekleri yolu seçtiler. Almanlar Macaristan üzerinden geçecek kara yolunu zaten seçmişlerdi. Almanların bu yolu seçmelerine başlıca neden Sicilya Kralı II. Rugerro'nun Alman Kralı III. Konrad'ın düşmanı olmasıydı. Birçok Fransız soylusu ise, kara yolu Bizans İmparatorluğu Balkanlar arazilerinden geçtiği için ve Birinci Haçlı Seferi'ne iştirak edenlerin Bizanslıları devamlı tenkitlerini bildikleri için, kara yolunu emin bir yol olarak görmüyorlardı. Fakat sonunda Fransızlar da Alman III. Konrad'ın takip ettiği yolda gitmeye ve bu yolculuk seferine 15 Haziran da başlamaya karar verdiler. II. Rugerro bu karardan hiç hoşnut kalmadı ve bundan sonra bu Haçlı seferine katılmayı da kabul etmedi. Fransız Kralı Haçlı Seferi'nde iken Fransa'yı idare edecek taht naipleri olarak Keşiş Suger ve Nevers Kontu II. Giyom'u seçildiler.
Almanya'ya Haçlı Seferi'ne katılanların sayısını arttırmak için keşiş Adam Ebrach'li ülkede gezerek vaiz verme turuna başladı ve bunun bir direkt sonucu Otto von Freising'in Haçlı olmayı kabul edişi oldu. 13 Mart 1147'de Frankfurt'ta Kutsal Roma-Germen İmparatoru olarak Konrad'ın oğlu Swabiya Dükü Friedrich seçildi ve o Haçlı Seferindeyken "Mainz Başpiskoposu Henry" taht naipi olarak atandı. Beş yıl sonra III. Konrad kendine varis olarak yeğeni Friedrich Barbarossa'yi seçti. Almanlar Haçlı seferine ilkbaharda Paskalya yortusu günü başlamayı kabul etmişlerdi; fakat çeşitli nedenlerle sefere başlamayı ta Mayıs 1147 sonuna kadar geciktirdiler.
Almanların Anadolu'da geçişi
Haziran 1147'de başlayan Haçlı seferine katılan Almanlara papa temsilcisi olarak Kardinal Dietwin refakat etmekteydi. Almanlar Fransız Haçlıları ile Konstantinopolis'te buluşmayı ummaktaydılar. Alman Haçlıları komuta eden III. Konrad daha önce Kudüs'e gitmişti ve bir önceki Birinci Haçlı Seferi hakkında çok iyi bilinçli bir komutandı. Bu seferinin daha iyi organize olarak geçeceğini planlamıştı. Ama birçok asker olmayan ve askerî disipline uymayı imkânsız bulan çiftini çubuğunu bırakan köylüler ve hizmetini bırakan uşak ve hizmetkarlardan oluşan aşağı sınıflardan erkek, kadın ve çocuk da bu seferde de onun Haçlı ordusuna katılmıştı. Bu ordunun bir kısmı gemilerle gitti ise de büyük bir kısım yürüyerek Tuna Nehri'ni takip etti. Styria Dükü III. Ottokar Avusturya Haçlılarıyla bu sefer ordusuna Viyana'da katıldı. Sonra Macaristan'a geçtiler. Macaristan Kralı II. Geza, III. Konrad'ın şahsi düşmanı olan Sicilya Kralı II. Rugerro'nun tarafını tutmakla beraber, Alman Haçlı ordusunun ülkesine hiç zarar vermeden ve hiç zarar görmeden geçip gitmesi için izin verdi.
Bu Alman Haçlı ordusu Bizans topraklarına girdiği zaman 20.000 kişilik tehditçi bir ordu görüntüsü vermekteydi. Bizans İmparatoru I. Manuil bu büyük ordunun kendi ülkesine hücuma geçeceğinden korkmaktaydı. Onun için Birinci Haçlı Seferinden örnek ve ders alınarak Haçlıların güzergâhı üstünde çok ayrıntılı bir savunma organizasyonu yapıldı. Haçlı ordularının Balkanları merhale merhale geçmesi öngörülmüştü. Her merhaleye Bizans ordusu birlikleri yerleştirilmişti ve bu merhalelere Haçlıların iaşe ve yiyecek alması için pazarlar kurulmuştu. Eğer Haçlılar herhangi bir karışıklık çıkarırlarsa, Bizans birliklerine derhal askerî müdahalede bulunmaları için emir verilmişti. Ayrıca merhaleler arasında hareket sırasında Haçlıların güçlü Bizans birlikleri tarafından refakat edilmesi ön görülmüştü. Bütün bunların planlaması, organize edilmesi ve refakatçi birlikler komutanlığı Bizanslı general Türk asıllı Proscouch (Porsuk) tarafından yapıldı. Gerçekten de Alman Haçlı ordusu pek fazla sorun çıkarmadan Balkanları geçti. Ancak Philippopolis (Filibe şimdi Filibe) yakınlarında Haçlı ordusunun asker olmayan ve fakir olan elemanları ile şehir halkı arasında bir arbede çıktı. Hadrianapolis'te ise Bizans Generali Proscouch ile Konrad'in yeğeni (gelecekte Kutsal Roma Germen İmparatoru olacak) Friedrich arasında, bir yörel eşkıyanın bazı Alman Haçlı askerini öldürmesi üzerine, çok ciddi bir dalaşma oldu. Friedrich bu eşkiyayı sakladığı bahanesiyle Haçlıların yolu yakınlarda bulunan bir manastırı ateşe verip yaktı ve manastırın masum, suçsuz keşişlerinin hemen hepsinin yanarak ölümüne neden oldu. Bunun üzerine karşılıklı çatışmalar çıkıp devam etti. Alman Haçlı ordusu Eylül'un başında Konstantinopolis'in (şimdi İstanbul) çok yakınında (şimdiki Büyük Çekmece yakınlarındaki) kuru bir çayın kenarındaki bir merhale ordugahında [6] hiç beklenmedik bir afet yağmur bastırdı ve ortaya çıkan seller Alman Haçlıların büyük maddi ve insan zayiatı vermesine neden oldu. Sonunda 10 Eylül'de Alman Haçlılar ordusu bitkin bir halde Konstantinopolis'e vardı ve Pera tarafında, surlar dışında bir ordugaha geçirildiler.
Bizans İmparatoru Manuil, Konrad'dan Anadolu'ya geçişini Çanakkale üzerinden yapmasını istemiş olduğu ve III. Konrad'ın da bunu reddetmiş olduğu için Almanlarla Bizans İmparatoru arası açıktı. Konrad Konstantinopolis'e eriştiğinde Manuil ondan diğer bir istekte bulundu. Konrad'dan, Yunanistan'daki şehirlere hücum edip onları talan eden Sicilya Kralı II. Rugerro'ya karşı kullanmak için, bazı Alman birliklerini geride bırakmasını istedi. Fakat Konrad II. Rugerro'ya olan düşmanlığına rağmen bu teklife razı olmadı. Almanlar biran evvel Anadolu'ya geçmeye karar verdiler.
Alman Haçlı ordusu Anadolu'ya geçirildikten sonra Konrad Fransızları beklemenin gereksiz olduğuna karar vererek ordusuyla Anadolu'da Anadolu Selçuklu Devleti başkenti olan Konya üzerine yürüyüşe geçti. Nicomedia (İzmit)'e geldiğinde Konrad bu yürüyüş için Alman Haçlı ordusunu iki gruba böldü. Birinci ana Haçlı ordusu grubuna Konrad'ın kendisi komuta edecekti. İkinci grup ise ordunun ağırlıkları; sivil Haçlı takipçisi hacı adayları ve onları korumak için yeterli sayıda askeri birlikler Konrad'ın yarım-kardeşi Freising Başpiskoposu Otto komutası altına verildi.
Konrad'ın komuta ettiği birinci grup Birinci Haçlı Sefer'inde Haçlı ordusunun takip ettiği yolda yürüyüşe geçti. Alman Haçlı ordusunu Eskişehir yakınlarındaki Dorileon'da Selçuklu ordusu beklemekteydi. Fakat Birinci Haçlı Seferindeki Birinci Dorileon Muharebesi aksine İkinci Dorileon Muharebesi Alman Haçlılar aleyhinde cereyan edip gelişti. Selçuklu ordusu hafif süvari birlikleri önce Almanlara hücum edip, sonra kaçış taklidi yaparak Alman süvarilerini ana Haçlı ordusundan ayırmayı başardılar. Sonra Selçuk ordusu süvari desteğinden yoksun kalıp zayıflayan Haçlı ordusuna ve sonunda da Selçuk süvarilerini takip eden nispeten ufak Alman süvari birliğine ayrı ayrı hücumlarla her ikisine galebe çalıp bu Alman Haçlı ordusu grubunu kırdılar. Böylece 25 Ekim 1147'deki İkinci Dorileon Muharebesi birinci grup Alman Haçlı ordusun çok büyük bir kısmı Selçuklular tarafından ortadan kaldırılması ile sonuçlandı. Konrad ordusunun elimine edilmeyen kalıntısıyla Konstantinopolis'e doğru çekilmeye başladı. Bu kalıntılar her gün devam eden Selçuklu hücumuna uğradılar ve bu hücumların birinde Konrad bile yaralandı. Konrad ordusunun kalıntıları ile Nicea (İznik)'te Anadolu'ya yeni geçmiş olan Fransız Haçlı ordusuyla karşılaştığı zaman Konrad'ın komuta ettiği Alman Haçlı ordusunun %90'ı telef olmuştu.
Freising başpiskoposu Otto tarafından komuta edilen ikinci grup Alman Haçlı ordusu ise daha batıdan Ege bölgesinde kıyıya inip Alaşehir ve Denizli üzerinden yolla Akdeniz'e inmeyi denedi. Ocak 1148 başlarında güneye Laodicea civarına eriştiler. Fakat tam burada yine Selçuklu ordusu ile çarpışmaya girişmek zorunda kaldılar. Böylece 7 Ocak 1148'de gerçekleşen Laodicea Muharebesi sonunda bu ikinci grup Alman Haçlı ordusu da Denizli Kazıkbeli geçidinde Selçuklu ordusuna yenilip hemen tümüyle elimine edildi. Kendini kurtaran Otto ise ufak kalıntı ordusuyla Antalya'ya inip oradan denizden Filistin'e 1148 ilkbaharında yetişmeyi başardı.
III. Konrad ve kalıntı Alman ordusu ise, önce Fransız Haçlıları ile birleşti. Onlarla Noel yortusunda Efes'e kadar gitti. Fakat yarası iyileşmeden Konrad Efes'te hasta düştü. İzmir'e çekildi. oradan Bizans İmparatoru'nun gönderdiği bir gemi ile iyileşmek için Konstantinopolis'e gitti ve burada Manuil'in gösterdiğı yakın ilgi ve imparatorun şahsi doktorunun bilgi ve mehareti sayesinde iyileşti. Konrad iyileştikten sonra Bizans İmparatoru'nun malî, malzeme ve asker desteğiyle yeni bir ordu topladı ve bu ordu Bizans gemileriyle Mart 1148 ortasında Filistin'e geçti.
Fransız'ların Anadolu'dan geçişi
Fransız Haçlılar ordusunun Lorraine, Bretonya, Burgonya ve Akitanya'dan gelen kısımları ve Savoy, Montferrat ve Auvergne'den gelen kısımlara başlarında Fransa Kralı VII. Louis, "I. Reanut Alsas'lı ", "Amedeus Savoy'lu ", "V. Giyom Montferrat'li" ve "Giyom Auvergne'li " olduğu halde Haziran 1147'de yürüyüşe geçti. " Alfons-Jordan Toulouse'lu"'ın komutasındaki Provans'lı haçlılar ise Agustos'ta deniz yoluyla harekete geçtiler.
VII. Louis komutası altındaki Fransız Haçlı ordusuna Almanya Worms şehrinde Normandi ve İngiltere Haçlıları dahil oldu. Burada komutanlar arasında çıkan bir anlaşmazlık üzerine " Amedeus Savoy'lu", " V. Giyom Montferrat'lı" ve "Giyom Auvergne'li " idaresindeki Savoy, Montferrat ve Auvergne Haçlı orduları ise İtalya üzerinden Brindisi'ye gelip; oradan gemiyle Druzzo'ya geçip güneyden Konstantinopolis'e gittiler. Kalan Fransız Haçlı ordusu III. Konrad komutasındaki Alman Haçlılarının aynı yolunu takibe başladı. Macar Kralı II. Geza'nin izini ile Macaristan'dan geçmekteyken, daha önce Macar kralına isyan etmiş ve Macaristan tacını eline geçirmek için yapmış olduğu hücumlar II. Geza tarafından geri püskürtülmüş olan Prens Boris adlı kişiyi Haçlı ordusu içinde saklamaları gerekti. Bizans'ın Balkanlardaki arazilerinde refakat eden Bizans güçleri ile araları çok soğuk olmakla beraber büyük sorunlar çıkmadı. Fransız orduları daha önce ayni güzergahta hareket eden Almanların kurduğu köprüleri ve açtığı yolları kullanarak geçiş kolaylığı kazandı. En mühim çatışma Fransızların öncüleri Lorraine'liler ile ana Alman Haçlılarının çok arkasında kalan Almanlar arasında çıktı.
VII. Louis'in ana Fransız Haçlılar ordusu 4-5 Ekim 1147'de ve birkaç gün sonra da İtalya üzerinden gelen Fransızlar da Konstantinopolis'e eriştiler. Bizans İmparatoru I. Manuil Anadolu Selçuklu hükümdarı Sultan I. Mesud ile bir barış yapmış olduğu için dikkatini Haçlılar üzerine yöneltmişti. Bizanslılar ve I. Manuil Fransız Haçlıları daha iyi karşıladılar. Manuil Fransız Haçlı ordusu komutanlarını (ayni Birinci Haçlı Seferinde büyük babası I. Aleksios'un yaptığı gibi) Selçuklulardan ellerine geçirdikleri her eski Bizans toprağını Bizans'a vereceklerine dair yemin ettirdi. Bazı Fransız komutanları Bizans-Selçuklu barışını uygun bulmayarak ve bu yeminden hoşlanmayarak, Sicilya Kralı II. Rugerro ile anlaşıp Konstantinopolis'i ele geçirmeyi teklif ettiler ama VII. Louis bunu kabul etmedi.
Fransız orduları da yine hiç Bizans takviyesi ve hatta refakati olmadan Bizans gemileri ile Anadolu sahillerine geçirildiler ve İznik'e doğru yürümeye başladılar. İznik'te Fransız Haçlı orduları İkinci Dorileon Muharebesi'nde yenilip kaçmakta ve devamlı Selçuklu hücumları ile gayet küçülmüş Alman Haçlı ordusu kalıntıları hakkında haberi aldılar. Çok geçmeden Lopadion (Ulubat)'ta bu ordu kalıntısı ve yaralanmış olan III. Konrad ile karşılaştılar. III. Konrad ve kalıntı ordusu Fransız Haçlı ordusu ile birleşti ve ama Konrad ordu kalıntısının ne öncülük ne artçılık görevi alabileceğini bildirdi. Birleşik Haçlı ordusu Balıkesir, Bergama ve İzmir üzerinden yürüyerek Noel yortusundan hemen önce Efes'e geçti. Bu sırada Manuil'den Selçuklu ve Danişmend ordularının Konya batısında toplanıp Ege'ye doğru yürüyüşü geçtikleri ve bunun için çok dikkatli hareket etmeleri ikazı geldi. Efes'te Konrad hasta düştü; İzmir'e çekildi. Oradan Bizans İmparatoru'nun gönderdiği bir gemi ile iyileşmek için Konstantinopolis'e gitti ve burada Manuil'in şahsi doktorunun sayesinde iyileşti.
Fransız Haçlı orduları ve Alman Haçlı kalıntıları halindeki Haçlı ordusu Efes'te 25 Aralık'ta Noel yortusunu kutladı. Bu sırada Efes dışındaki Haçlı ordugahına bir Selçuklu hücumu oldu ama bu püskürtüldü. Bir grup Fransız Haçlıları doğrudan doğruya Filedelfiya (Alaşehir)'e gönderildi ve bunlar ana orduyu beklemek üzere Leodakia (Denizli)'ye geçtiler.
28 Aralık'ta VII. Louis ve Savoy Kontu idaresindeki ana Haçlı ordusu Menderes vadisinden Antalya'ya gitmek için yürüyüşe geçti. Bir Selçuklu pusu gücüne galip geldikten sonra 3 Ocak'ta Leodakia (Denizli)'ye eriştiler. Ama şehrin Bizanslı valisi Haçlıların şehre girmelerine engel oldu. Haçlı gücü 8 Ocak'ta Honaz Dağı'nın etrafını geçmek için Kazık Belini geçmeleri gerekmekte idi.
Burada olan Honaz Dağı Muharebesi o zamana kadar Fransızları çok önünden gidip Haçlıların takip edecekleri güzergahtaki hayvan ve insan iaşe maddelerini tahrip eden bir Selçuklu ordusu ile Haçlıları uzaktan takip eden diğer Selçuklu ordusunun birleşmesi, geçidin yüksek iki tarafını tutması ve bu dar belden geçmeye çalışan Fransız Haçlı ordusuna hücuma hazırlanması ile başladı. Fransız Haçlı ordusu öncülüğünü ağır süvari şövalye birlikleri yapmakta; ortada ağırlıklar ve koruma birlikleri ve en arkada da piyade birlikleri ile Kral VII. Louis ve ona refakat edenler bulunmaktaydı. Yapılan plana göre bütün birlikler geçide gelince geçide girmeden birbirini bekleyecekler ve sonra planlı ve koordineli şekilde bu tehlikeli geçidi geçmeye başlayacaklardı. Ama öncü ağır süvari birlikleri bu geçidi geçmeyi kolay görüp; planlandığı gibi arkadaki birlikleri beklemedi; geçide hemen girdiler ve bu yeni kararlarını arkadakilere de hiç haber vermediler ve geçidi hiç mukavemet görmeden geçtiler. Artçı birlik geçidin arkasını korumak için hazırlandı ve belki ağırlıklar geçtikten sonraki gün geçide girmeyi planlıyorlardı. Geçidin 10 kilometre (6,2 mi) uzunlukta ve yokuş olması dolayısıyla çok yavaş ilerleyen ağırlıklar kolu ve koruma birlikleri geçitte yalnız bulunmakta iken Selçuklu ordusu iki yamaçtan hızla inerek hücuma geçti. Eudes de Deuil bu grubun ortasında bulunup bu birliklerde çıkan paniği görmüştü. Dörtnala geriye gitti ve geçit başında bulunan VII. Louis'yi durumdan haberdar etti. Kral ve artçı süvariler duruma müdahale etmek için geçide girdiler. Ama Fransız Haçlılarının zırhlı ağır süvari hücum taktiğini yokuş olan geçitte uygulanması imkânsızdı. Fransız Kralına refakat eden elit kral muhafızları büyük zayiat verdiler. Louis bir kaya üzerine tırmanıp saklandı ve Selçuklu ordusu kendisini tanımadığı için kendi hayatını kurtardı. Ama Kralın bu hücumu ve öncülerin bazılarının da geri gelmesi bazı ağırlıkların kurtarılmasına neden oldu. Ama ağırlıklar ve koruma birlikleri çok büyük insan ve mal zayiatı verdi. Akşam bastırdığında geçitte kendini kurtarabilenler geçitten çıkmaya başladılar.
Kral VII. Louis bundan sonra Tapınak Şövalyelerinin tavsiye ettiği yeni bir taktiği uygulamaya başladı. Haçlı ordusuna Selçuklu hücumları olunca hücum edilen birliğin yerinde kalıp kendini koruması ve karşı hücumlarda bulunmaması emredildi. Daha sonra Haçlı ordusu Dalaman Nehri'ni geçmekte iken bir diğer Selçuklu hücumuna uğradı ve bu yeni taktik dolayısıyla çok zayiat vermeden Selçukluları geri püskürttüler.
Fakat Selçuklu ordusu Haçlıların beklenen güzergahlarındaki hayvan iaşesi kaynaklarını onlar gelmeden bir iki gün önce oralardan büyük koyun sürüleri geçirip ortadan kaldırmayı başarmaktaydılar. Bu taktik sadece yoldan hemen geçmek isteyen Haçlı ordusunun binek ve koşum atlarına büyük etki yapmaktaydı. Buna karşılık bu yörede devamlı yaşayan ahaliye de fazla tesiri olmamaktaydı.
En sonunda 10 Ocak'ta Fransız Haçlı ordusu Adalia (Antalya) kalesine vardı. Fakat burada da Bizanslı kale komutanı Haçlı ordusunun kale içinde ordugah kurmasını kabul etmedi ve Fransız Haçlı ordusu surlar dışında kamp kurarak beklemeye koyuldu.
VII. Louis Bizans donanmasının gelip ordusunun tümünü ya Antakya veya Filistin'e götürmesini beklemekteydi. Fakat mevsimin çok erken olması ve fırtınalar nedeniyle bir donanma gelemedi ve ancak birkaç gemi Antalya'ya gelebildi. Bazı komutanlar ordunun tümünün sahil kıyısından yürüyerek Antakya'ya gitmesini teklif ettiler; ama Louis tüm ordusuyla birlikte karadan Antakya'ya gitmeyi kabul etmedi. Sonunda Antakya'ya yanaşan birkaç gemiye Louis ve karısı dahil maiyeti, ordusunun en iyi kısımları ve şövalyeler bindiler; Antakya üzerine denizden gitmek üzere ayrıldılar ve 19 Mart'ta Antakya'nın limanı olan Saint-Simon (Samandağı)'na vardılar.
Antalya'da bıraktıkları Fransız Haçlı ordusu kalıntıları ve sivil takipçiler Flandıra'lı Kont Thierry ve Bourbon'lu Kont Archamboud komutasında sahil yolundan Antakya'ya gitmeye başladı. Bu ordunun ve Haçlı grubunun akıbeti hakkında ve ne kadar kısmının Antakya'ya ne zaman vardığı hakkında elde kaynak bulunmamaktadır. Ama Flandıralı Kont Thierry'nin ve Bourbon'lu Kont Archambaud'nun Kudüs'e eriştiklerine dair bilgiler elde mevcuttur.

Antakya'da bekleme ve Kudüs

VII. Louis Antalya'dan gemi ile fırtına yüzünden biraz gecikerek Saint-Simon (Samandağı)'na 19 Mart'ta geldi. Savoy'lu Kont Amedeus Kıbrıs'ta iken ölmüştü. Antakya Prensi olan Raymond, Louis'in kraliçesi olan ve kocasına refakat eden Akitanya düşesi Eleanor'un amcası idi. Raymond, yeğenini ve kocasını çok yakın bir ilgi ile ve şaşaalı bir törenle karşıladı.
Raymond Antakya Prensliği'nin kuzeyden korunmasını sağlamak için (sonunda Haçlı ordusunun Urfa (Edessa)'yi geri almak hedefiyle) Haçlı ordusunun önce Halep üzerine hemen bir sefer açmasını istemekteydi. Fakat Louis kutsal Kudüs'e biran evvel gitmek ve hacılık görevlerini hemen yerine getirmeye kararlıydı ve Raymond'un bu isteklerini menfi karşılamaktaydı. Raymond isteklerini kabul ettirmeyi yeğeni Eleanor vasıtasıyla başarmak için yeğenine çok yakın alaka göstermeye başladı. Eleanor bu yakın alakadan ve gösterilen misafirane hareketlerden çok hoşlanmaktaydı. İşte bu sıralarda Antakya, Prens Raymond ile yeğeni Eleanor arasında daha başka ve çok daha yakın ilişkileri bulunduğu söylentileri ile çalkanmaya başladı. Bunlara göre eğer Louis, Raymond'un dileklerini yerine getirmeden Antakya'dan ayrılmaya karar verirse, Raymond yeğenine Louise'den boşanmasını ve böylece Antakya'da kalmasını telkin etmişti.
Bu sırada Kudüs'e bir seri Haçlı komutanı ulaştı. Önce ilkbahar başlarında Güney Fransa'dan Kont Alfons-Filip Touluse'lu komutasında Provans eyaleti Haçlıları deniz yoluyla Filistin'e ulaştılar. Kont Alfons-Filip Kudüs'e varamadan Kaseriya'da öldü. Haçlı çevrelerinde bu ölüm Antakya Kontu Raymond'un yeğenleri olan Trablus Kontu Raymond veya Eleanor vasıtasıyla zehirlenmeden ortaya çıktığı söylentileri yayıldı. Bunun üzerine bir kısım Provanslılar gemilerle Fransa'ya geri döndüler ve Provanslı Haçlılar ordusunun ancak küçük bir kısmı Kudüs'e erişti. Mart sonlarına doğru ikinci Alman Haçlı grubu ile Denizli'de ordusu nerede ile elemine edilen Freiling Başpiskoposu Otto ordu kalıntıları ile denizden Filistin'e gelip Kudüs'e erişti. Ondan hemen sonra da Bizans İmparatoru Manuil'in cömertliği ile yeni bir Haçlı ordusu kurmuş ve hastalığından iyileşmiş olan III. Konrad da bir filo gemi ile Filistin'e gelip yeni ordusuyla Kudüs'e geçti. Kudüs'te paskalya yortusu sırasında III. Konrad, Otto von Freising, Kudüs Kralı II. Baudouin, Kudüs Başpiskoposu Foulques ve ismi bilinmeyen bir Tapınak Şövalyeleri temsilcisi durumu ele alıp incelemek üzere önemli bir toplantı yaptılar. Bu toplantıda Kudüs Kralı II. Baudouin ve "Tapınak Şövalyeleri" temsilcisi isteklerine uyularak İkinci Haçlı Seferi ordularının Şam'a hücum edip bu şehri ele geçirmesi için karar aldılar. Şam ile bir ittifak kurmak isteyen Kudüs Kraliçesi Melisende buna itiraz ettiyse de sonuca tesiri olamadı. Bu grup Kudüs Başpiskoposu Foulques'u Louis'yi Kudüs'e çağırmak için Antakya'ya gönderdiler.
Akka Konsili
Kudüs'te bulunan "Kutsal Kudüs Krallığı" asilleri Avrupa'dan bu yeni haçlı seferi ile yeni gelen Haçlı ordularını çok pozitif şekilde karşıladılar. Bu Haçlı ordusunun hedefinin ne olacağını kararlaştırmak için bir konsil toplanacağı haberi ilen edildi. Bu konsil Haçlı "Kutsal Kudüs Krallığı"'nın çok önemli bir merkezi ve Kudüs'ün limanı olan Akka yakında Palmares'ta 24 Haziran 1148'de toplandı. "Kudüs Yüksek Kurulu (Haute Cour)" ile Avrupa'dan yeni gelen Haçlı ordusu ileri gelenleri bu konsile iştirak ettiler. Ama Kont Alfons-Filip Toulouse'lunun ölümü dolayısıyla bu kontun oğlu tarafından ölüme neden olma ile itham edilen "Trablus Kontu" ne şahsen ne de bir temsilci ile katılmadı. Bu Konsil "Kutsal Kudüs Krallığı"'nın kuruluşundan beri en şaşaalı olan bir toplantı idi. Bu Haçlı seferinin kronik tarihinin yazarı Surlu Vilyam  "Bu konsilde bulunan asillerin isimlerinin listesini yazmak hem zamanımız için önemlidir ve hem de tarihin akımıyla uyumludur." deyip bir listeyi eserine eklemiştir; ama bu listenin sonunda "katılanların hepsini birer birer sıralamak çok uzun sürecektir" deyip listesinde isimleri bulunmayan birçok kişinin de Konsil toplantısina katıldığını bildirmiştir.
Bu Konsil'da konuşmalar ve müzakereler çok uzun sürdü. "Kutsal Kudüs Krallığı"'nın ileri gelen asilleri, yeni gelen Haçlı ordularıyla birlikte Orta Doğu'da bulunan Haçlı devletleri hükümdarlıklarını ordularının birlikte Şam'a hücum etmesini teklif ettiler. Bunlar arasında Beyrut'ta hüküm süren Guy gibi Şam şehrinin Haçlılar eline geçmesinden çok şahsi yarar görecek kişiler bulunmaktaydı. Müslüman Şam Emirliği daha önce Kudüs Krallığı ile müttefik iken bu ittifaktan ayrılmış ve Zengilere müttefik olmuştu. 1147'de Şam Emirliğine bağlı bir askeri birlik Kudüs'le ittifak halinde bulunan Basra şehrine hücum etmişti. Şam ile o zaman bir tampon bölge olan Havran bölgesi'nin Haçlıların ellerine geçmesinin, Kutsal Kudüs Kralı II. Baudouin krallığının büyük stratejik ve jeopolitik yararına olduğuna inanmıştı. Sonunda Akka Konsili Şam'a hücum edip ele geçirmek için karar verdi.
Ama 20. yüzyılda birçok tarihçi bu kararın taktik, stratejik ve jeopolitik bakımdan çok kötü bir karar olup bölgedeki siyasi ve iktisadi gerçeklerle uyuşmadığını, özellikle eğer bu bölgeleri ellerine geçirebilseler bile, Haçlıların nüfusları ve ellerinde bulunan asker sayıları ile bu bölgede tutunmalarının imkânsız olduğunu bildirmektedirler.

Şam'ın kuşatılması (1148) 

Şam şehri ve bulunduğu bölge hukuken 1157'ye kadar ayakta kalan Büyük Selçuklu Devleti'ne bağlı olmakla beraber 1104'te Zahireddin Tuğtekin tarafından kurulan ve Suriye ve Lübnan'da egemen olan Böriler Şam Atabeyliği'ne bağlı idi. Muinüddin Üner, Tuğtekin'in bir kölemeniydi ve Böriler Şam atabeyleri Şehabeddin Mahmud (1135-1139), Cemaleddin Muhammed (1139-1140) ve Mucireddin Abak (1140-1154) hükümdarlıkları sırasında Muinüddin Üner Böriler için yüksek görevler almıştı. 1135'te Muinüddin Üner'in savunuculuğu yaptığı Şam kalesi başarısız olarak Zengiler Halep Emiri olan Nûreddin Mahmud Zengî tarafından kuşatılmıştı. Sonra ayni yıl ve 1337'de Nûreddin Mahmud Zengî'nin Hims kalesi kuşatmasında kale komutanlığını üzerine almıştı. 1138'de, Böriler Șam Atabeyi Şihabeddin Mahmud ona "İsfahsaller" unvanı vererek Şam şehrinin valisi olarak görev verdi. Muinüddin Üner ondan sonra Cemaleddin Muhammed (1139-1140) atabeyliği döneminde tekrar Hims, Bari ve Baalbek valilileri yapmıştı. Cemaleddin Muhammed 1140'ta bir suikastla öldürülünce, oğlu Mucireddin Abak'ın taht naibi de olarak Şam şehrinde idareyi üzerine yüklenmişti. Muinüddin Üner'in siyasi stratejisi Şam şehrinin kendi şahsi idaresi altında fiilen bağımsız kalması idi. 1140'ta Baniyas kalesini güney komşusu olan Hristiyan Haçlı Kutsal Kudüs Krallığı'nın askerî desteğini satın aldıktan sonra eline geçirmiş ve sonra da bu yardımlaşma Kutsal Kudüs Krallığı ile bir resmi ittifaka dönüşmüştü. Ancak 1148'de İkinci Haçlı Seferi ordularının Kudüs'e gelmeye başlaması ile bu ittifak bozulmaya yol açmıştı.
Muinüddin Üner, Akka Konsili sonuçları hakkında haber alınca şehri bir kuşatmaya karşı hazırlamıştı. Etraftan topladığı paralı ve gönüllu askerler ve şehir içinden gönüllüler ile bir savunucu ordusu oluşturmuştu. Ayrıca Şam kuzeyinde Halep merkezli Zengiler atabegi olan Nûreddin Mahmud Zengî ve Musul'daki Zengiler atabeyi olan Seyfeddin Zengi'den destek ve askeri yardım istemişti.
Temmuz'da Avrupa'dan Kudüs'e yeni gelen İkinci Haçlı Seferi Haçlı orduları ve Doğu Akdeniz kıyıları Hristiyan Haçlı devletleri orduları Tiberya şehrinde toplandılar. Toplam Haçlı ordusunun yaklaşık 50.000 olduğu bildirilmektedir. Buradan Taberiye Gölü etrafından yürüyüşle Şam'a yöneldiler. Bu yürüyüşte Kutsal Kudüs Krallığı ordusu Kudüs Kralı III. Baudouin en önde; sonra Fransa Kralı VII. Louis komutanlığındaki Fransız Haçlı ordusu ve artçı ise Alman Kralı III. Konrad komutanlığı altında Bizans İmparatorluğu'ndan toplayabildiği ordu bulunmaktaydı.
Haçlı ordusunun yiyecek ve hayvan yemi iaşesini devamlı karşılayabilmek gerektiği için Şam'ın batısında bulunan meyve bahçeleri üzerinden şehre yaklaşmayı planlamışlardı. 23 Temmuz'da Haçlı orduları Şam'ın meyve bahçelerinin bulunduğu Daraiya mevkiye eriştiler. Şam'ın savunucuları burayı meyve bahçelerinin duvarları ve yukarıdan gözetlemek ve ok atmak için kurulan tahta kulelerle savunmayı planlamışlardı. Bu bahçeler arasında geçen iki kenarı yüksek duvarlı dar yollardan ilerlemeye başlayan Haçlı ordusu devamlı olarak kulelerden atılan oklar ve mızraklarla taciz edilmekteydi ve devamlı sürpriz baskınlarla karşı karşıya kalmaktaydı. 24 Temmuz'da Haçlılar savunucu ordusunu meyve bahçelerinden söküp attılar. Kaçan savunucular Barada Nehri'nı geçerek şehre geri döndüler. Barada Nehri kıyılarına erişen Haçlılara karşı o nehri savunma hattı olarak kullanmaya başladılar. Haçlı orduları yavaşlamaya başlamışken bunu öğrenen Alman Kralı Konrad komuta ettiği süvari birlikleri ile hücuma geçti. Konrad'ın Alman atlı birlikleri hücumlarına nehre yaklaştıktan sonra piyade olarak hücumlarına devam etmelerinden dolayı Barada Nehri'ni geçmeyi başarıp şehir duvarları önüne geldiler. Kale duvarları sıkı savunma ile tutulmakla kalınmamış, şehir içinde de kale kapılarından gelen ana sokaklarda da barikatlar kurulmuştu. Haçlılar da hemen meyve bahçelerinden kestikleri ağaçlarla duvar önünde barikatlar yapmaya koyuldular. Bundan sonraki birkaç gün 25-27 Temmuz'da Şam kalesi komutanı Muinüddin Üner birkaç defa değişik kapılardan kaleden huruç hareketi yapıp kuşatmayı yapan değişik Haçlı birlikleri ile çarpıştı. Şam'ın bu yönünde bulunan meyve bahçelerinden de ufak gruplarla komando stili baskınlar uygulamaya koyuldu. Haçlı ordusuna meyve bahçelerinden iaşe sağlamak çok zorlaştı.
Surlu Vilyam'ın eserine göre, 27 Temmuz'da Haçlı orduları Şam'ın doğusundaki ovadan harekata başlamak üzere, şehrin batısından çekildi. Bu tarafta şehrin duvarları daha alçak ve daha az korunaklı idi; ama ova bir çöl tabiatlı olduğundan asker ve hayvan iaşesi bulmak çok daha zor olacaktı. Bu manevranın neden yapıldığı açıkça bilinmemektedir ve değişik teoriler ortaya atılmıştır. Haçlılar arasında Şam'ın Haçlılarca alınmasından sonra şehrin kime verileceği Haçlı komutanları arasında büyük çekişme konusu olmuştu. Yerel Haçlı asillerin adayı Beyrut hakimi Guy Brisebarre idi; ama Avrupa'dan gelen Flandara Kontu Thierry Alsas'lı üç kralın adayı idi. Muinüddin Üner'in Haçlı liderlerine rüşvet verip daha zor savunulabilir araziye geçmelerini sağladığı veya eğer kuşatmayı kaldırırlarsa Nureddin Zengi ile ittifaktan ayrılarak onun Haçlı arazilerine olan hücumlarını durduracağına dair bir yemin ettiği zamanın kaynakları tarafından açıklanmıştır. Haçlılar bu yeni cepheyi kurmakta iken Zengilerin ordularının Hums'ta bulundukları haberi Haçlılara erişti. Musul'dan ordusuyla gelen Musul Emiri Seyfeddin Zengi Haçlılara geri çekilmeleri için bir ültimatom mektup göndermişti. Zengi'lerin ordularının yakın olması yörel Haçlı komutan ve askerlerini çok etkiledi. Bu komutanlar yeni geçtikleri mevkilerden şehirden ve kuzeyden gelecek iki taraflı hücuma dayanamayacaklarını bildirdiler ve bu mevkilerden kuşatmayı bırakıp geri çekilmeyi önerdiler. 28 Temmuz'da önce Alman Kralı Konrad ve sonra diğer Haçlı komutanları komuta ettikleri Haçlı birliklerine kuşatmayı bırakarak birliklerine Kudüs'e doğru çekilmeleri için emirler verdiler. Bu geri çekilme sırasında Haçlı orduları müslüman hafif süvari okçuları tarafından devamlı olarak taciz edildi ve devamlı zayiat verdiler.
Lizbon, Almeria ve Tortorsa'nın Keşfi ve Haçlı Seferleri
1147 baharında Papa , Reconquista bağlamında haçlı seferinin İber yarımadasına genişletilmesine izin verdi . O da yetkili León ve Kastilya Alfonso VII karşı kampanyalar eşit görmek Moors İkinci Haçlı Seferi geri kalanıyla.  Mayıs 1147'de, ilk haçlı birliği , Kutsal Topraklar için İngiltere'deki Dartmouth'tan ayrıldı . Kötü hava, gemileri 16 Haziran 1147'de kuzeydeki Porto kentinde Portekiz sahilinde durmaya zorladı. Orada Portekiz Kralı I. Afonso ile görüşmeye ikna oldular.
Haçlılar , onlara şehrin mallarının yağmalanmasını ve beklenen mahkumlar için fidye parasını teklif eden ciddi bir anlaşma ile Kral'ın Lizbon'a saldırmasına yardım etmeyi kabul etti . Bununla birlikte, bazı Haçlı kuvvetleri , Lizbon Kuşatması (1142) sırasında Portekizli ve kuzeyli haçlılardan oluşan birleşik bir kuvvet tarafından şehre yapılan önceki başarısız girişimi hatırlayarak yardım etmekte tereddüt ettiler. Lizbon kuşatma dört ay sonra, Fas cetvelleri öncelikli olarak şehir içinde açlık, teslim kabul ettiğinde, 1147, 25 Ekim 1 Temmuz sürdü. Haçlıların çoğu yeni ele geçirilen şehre yerleşti, ancak bir kısmı denize açıldı ve Kutsal Topraklara devam etti.  Daha önce ayrılanlardan bazıları yardım etti.Aynı yılın başlarında Santarém'i yakalayın . Daha sonra Sintra , Almada , Palmela ve Setúbal'ın fethine yardım ettiler ve yerleştikleri ve çocuk sahibi oldukları fethedilen topraklarda kalmalarına izin verildi.
Başka bir yerde İber yarımadasında, neredeyse aynı anda, Kral León Alfonso VII , Kont Barcelona Ramon Berenguer IV ve diğerleri karışık bir ordu açtı  Katalanlar , Leonlular, Kastilyalılar ve Fransız zengin liman kenti karşı Haçlılar Almeria . Bir Ceneviz - Pisa donanmasının desteğiyle şehir Ekim 1147'de işgal edildi. 
Ramon Berenguer daha sonra Murâbıt Taifa krallığının Valencia ve Murcia topraklarını işgal etti . Lizbon'un ele geçirilmesinde Portekizlilere yardım eden Haçlı kuvvetlerinin bir kısmı, Barselona Kontu ve İngiliz Papalık elçisi Nicholas Breakspear tarafından önerilen Tortosa kuşatmasına (1148) katılmaya teşvik edildi . Aralık 1148'de Fransız, Ren, Flaman, Anglo-Normanlar ve Cenevizli haçlıların yardımıyla tekrar beş aylık bir kuşatmadan sonra Tortosa'yı ele geçirdi . Çok sayıda Haçlı kuvveti, yeni ele geçirilen şehrin içinde ve çevresinde topraklarla ödüllendirildi.  Ertesi yıl,Segre ve Ebro nehirlerinin birleştiği yerde Fraga , Lleida ve Mequinenza ordusuna düştü.
İkinci Haçlı Seferi'nin son bulması ve sonuçları
İkinci Haçlı Seferi'ne katılan Hristiyan lider ve ordularının hiçbiri bu sonuçlardan memnun değildi ve katılan her bir Haçlı gücü lideri diğer liderler tarafından ihanet edildiğini hissetmekteydi [9] En son bir gayret olarak yeni bir plan yapıldı ve bu plana göre Aşkelon surlarına bir defa hücum edilecek ve bu kale ele geçirilecekti. Konrad komutasındaki Alman asıllı Haçlı ordusu bu planı uygulamaya koyuldu ve Aşkelon surlarına bir defa daha hücuma geçti. Fakat diğer Haçlı orduları Konrad ordusuna destek sağlamadılar. Daha önceki surlara yapılan hücumlarda başarısızlık bu orduların morallerini kırmıştı. Diğer Haçlı orduların tam bir birlik olarak tam gayretle hücuma iştirak edecekleri hakkındaki inançlarının kaybolmasına neden olmuştu. Bu Haçlı Seferi sonunda ortaya çıkan karşılıklı inançsızlık ve dayanışma eksikliği hisleri bundan sonra da devam edecek ve sonunda Kutsal Filistin'de bulunan Hristiyanların hükmettiklerin arazilerden tamamen sökülüp atılmalarına neden olacaktı. Aşkelon surlarına hücumunda hiçbir başarı kazanamayan Konrad bundan sonra hemen gemi ile Konstantinopolis'e geri döndü ve Bizans İmparatoru Manuil ile olan müttefikliğini daha da geliştirmek için yeni müzakerelere başladı.
Fransa Kralı Louis 1149'a kadar Kudüs'te kaldı. Hükümdarlar arasında çıkan soğukluk Kral Louis ve karısı Eleanor'un ilişkilerinde de yansımaktaydı. Karıkoca bu Haçlı seferi sırasından birbirinden ayrı düşünür ve ayrı hareket eder olmuşlar ve evlilikleri sadece hukuksal bir ilişki haline gelmişti. Devamlı olarak Eleanor ve Antakya Prensi Raymond arasındaki yakın ilişki söylentileri ayyuka çıkmıştı. Louis ve Eleanor ilişkisi o kadar kırılmıştı ki Louis ve Eleanor birbirleri ile karşılıklı hiç konuşmamayı tercih eder olmuşlardı. Nisan 1149'da Kral Louis ve Eleanor ayrı ayrı değişik gemiler ve değişik rotalarla Fransa'ya gitmek üzere Filistin'den ayrıldılar.
Avrupa'da bu seferi ortaya çıkarmak için büyük gayret sarf eden papaz Bernard de Clairvaux bu sonuçtan kendini ve bu sefere katılan Hristiyanları tanrının kahrına uğramış olarak hissetmeye başlamıştı. Bu hislerini ifade eden ve bunlardan dolayı büyük özür dileyen bir mektubu Papa'ya gönderdi. Bu mektubun muhtevası yazmış olduğu "Saygınlık Kitabı" adlı eserinin ikinci kısmında bulunmaktadır. Buna göre Haçlıların başarısızlığı ve talihsizliği onların devamlı günahkar olmalarına bağlanmakta idi. Buna bir çare olmak üzere Bernard de Clairvaux yeni bir Haçlı seferi organize etmekte buldu ama bu sefere çağrı pek az Avrupalı Hristiyan'ın ilgisini çekti. Bu yeni sefer fiyaskosu üzerine Bernard, İkinci Haçlı Seferi açılmasında kendi katkısını inkar etmeye koyuldu ve 1153'te de vefat edip bu utanılacak durumdan kurtulmuş oldu.
Almanya'da bu Haçlı seferi gayet büyük bir yıkım olarak görüldü. Bu konu hakkında yazı hazırlayan birçok keşiş seferin sonucunun mutlaka Şeytan'ın bir oyunu olduğunda anlaşmaktadırlar. Eurzburg'da Annales Herbipolense adlı bir kronikçi tarih hazırlayıcısı ismi bilinmeyen bir keşiş Almanya'da bulunan soylu ailelerin uzun yıllar boyunca Ermeni aracılar kullanarak Anadolu'da kaybolduğu ve esir düşüp köle olarak kullanıldığı sanılan Alman asıllı eski Haçlıları aratmış olduklarını ve bunları bulunca da fidye ödeyerek serbest kalmalarını sağladıklarını yazmıştır. Daha düşük sınıflardan, daha fakir olan Haçlıların ve Haçlı orduyu takip eden kadınların kaybolmaları; esir düşüp köle olmaları akıbetlerinin bilinmemesine yol açmıştı. Sonradan yapılan bir tarihi incelemede bu sefere katılan isimleri bilinen 113 kişiden ancak 42'sinin geri döndüğünü 22'sinin ölmüş olduğunun bilindiğini ve 49'unun da akıbetlerinin ne olduğunun bilmediğini ortaya çıkarmıştır. İkinci Haçlı Seferi'nin acı hatıralarına rağmen, Almanca edebiyatında 12. yüzyıl sonlarında geliştirilen bu seferdeki çarpışmaları ele alıp gösterilen kahramanlıkları konu işleyen kahramanlık destanı şeklindeki şiirler bu janrın en önemlilerinden olmuştur.
İkinci Haçlı Seferinin kültürel ve edebi etkileri Fransa'da daha fazla görülmektedir. Fransız edebiyatında trubador adı verilen müzikli şiirler söyleyip ülkeyi gezen ve sarayın en yüksek seviyelerinden destek gören şairler Kraliçe Eleanor ile Raymond arasındaki aşk ilişkilerini çok ayrıntılı işleyip ortaçağ edebiyatının en önemli konularının başında gelen "saraysal aşk" temasına büyük katkılarda bulunmuşlardır. Bu seferden sonra Almanya'da Konrad'dın imajı çok kötü olarak görünmesine karşıt olarak Fransa'da halk arasında Fransa Kralı Louis'in imajı Tanrı'nın cezalarının hiç itirazsız ızdırabını çeken bir hacı olarak gelişmiştir.
Bizans Doğu Roma İmparatorluğu ile Fransa arasındaki bağlantılar bu İkinci Haçlı Seferi sonunda gayet büyük hasara uğramıştır. Kral Louis ve sefere katılan Fransız haçlılar İmparator Manuil'i, Fransız haçlı ordusu Anadolu'da ilerlemekte iken, devamlı olarak Selçuklu'lara ilişkilerini devam ettirip onları Fransızlara karşı hücumlarında başarılı olmalarını sağlamakla, yani Hristiyanlığa ihanetle, itham etmişlerdir. Bu sefer hatıraları Fransa ile Bizans arasında 12. ve 13. yüzyıllarda olan ilişkilere devamlı olarak aksi etkiler yaratmaya devam etmiştir.
Bizans İmparatorluğu içinde ise bu sefer sırasında impartorun siyaseti ve stratejisi Bizans diplomasisinin bir zirvesi olarak görülmüştür. İmparator Manuil'in ölümünden sonra onun hatıralarını övgü ile yazan Piskopos Selanik'li Eustathious bunu şöyle ifade etmiştir:
Düşmanları ile gıpta edilebilecek bir marifetle uğraşmış ve sulh ve sükunu devam ettirmek hedefi ile düşmanlardan birini diğerine karşı devamlı oynayarak bunu başarmıştır.
1149'da Şam'da Atabeyi Muinüddin Üner vefat etmiş ve Emir olarak Ebu Said Mucirittin Abak bin Muhammed hükümeti eline almıştı. Fakat bu şehirde şehirli milis güçlerinin komutanı Muayad-el-Devle bin Sufi şehrin savunmasında çok büyük bir rol oynamıştı. Yeni atabeyin hüküm etmeye başlamasından iki ay sonra Muayad-el-Devle, Abak aleyhinde bir komplo kurdu. Şam'da çıkan bu çatışma sonunda o şehirde hüküm süren Boriler'in idaresinin sona ermesine ve şehrin bir diğer atabeylik olan Zengiler'in Halep emiri olan Nureddin Mahmud Zengi tarafından 1154'te fethedilmesine yol açmıştır.:
Bu seferin Filistin'de yerleşmiş görülen Hristiyan Haçlılara sonucu çok daha karanlık olmuştur. Kudüs'ün uzun dönemde kaderini bu sefer sonuçları çizmiştir. Kutsal Kudüs Kralı olan II. Baudouin 1153'te Aşkelon kalesini kuşatıp eline geçirmeyi başarmıştır. Bu şekilde Kudüs'ün geleceğine devamlı Fatimî Mısır'ın katkı yapmasına yol açmıştır. Kudüs Krallığı Fatimî Mısır aleyhinde önce önemli başarılar kazanmıştır ve hatta 1160'lı yıllarda Kahire'yi kısa bir dönem için ele geçirmiştir. Kutsal Kudüs Kralı I. Amalrik Bizans donanması desteği ile 1169'da Fatimî Mısır'a bir sefer yapıp Kahire'yi fethetmişti. Fakat elinde yeter sayıda Haçlı asker bulunmamaktaydı ve İkinci Haçlı Seferi sonucu Avrupa'da gelen Haçlı asker desteği sayısı gayet azalmıştı. Bu nedenle bu Haçlı başarısı devam ettirilemedi. 1171'de Zegilerin generali olan Mısır'a gönderilen ve orada Fatimiler'den idareyi ele alan Şirkuh beklenmedik bir zamanda ölünce yerine geçen yeğeni Selahaddin-i Eyyubi Fatimiler devletini ortadan kaldırmıştı ve Mısır ve Suriye sultanlığını üzerine almıştı. Böylece Kutsal Kudüs Devleti her yandan Eyyubiler tarafından sarılmış oldu. 1180'de Kutsal Kudüs Devleti'nin Bizans İmparatoru ile olan müttefiklik anlaşması da sona erdi. 1187'ye kadar Eyyubiler Kutsal Kudüs Krallığı'nın elindeki diğer arazileri eline geçirdi, 1187'de ise bu krallığın başkenti ve Haçlı seferlerinin baş hedefi olan Kudüs Müslümanların yani Eyyubiler'in eline geçti. Bu Üçüncü Haçlı seferi için bir bahane oldu.


Türkiye Şehirleri Türkiye Coğrafyası Dünya Şehirleri Dünya Coğrafyası Ülkeler



  • Blog Yazıları


    Email
    KISA KISA
    X



    Folower Button

    Takipçiler

    Company Info | Contact Us | Privacy policy | Term of use | Widget | Advertise with Us | Site map
    Copyright © 2020. merhancag . All Rights Reserved.

    Bilgi Mesajı

    Duvarı Aşamıyorsan Kapı Aç

    Kıssadan hisse Kısa Kısa'da sizi bekliyor...

    facebook sayfamızı takip edebilirsiniz!